Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı(NATO), "ortak savunma, kriz yönetimi ve güvenliğin elbirliğiyle sağlanması" için 1949'da 12 ülke tarafından kuruldu. Türkiye, NATO'ya 1952 yılında katıldı.
Soğuk Savaş'ın 1990'ların başında bitmesinin ardından, NATO, "terörizm, siber savaş,enerji güvenliği,yıkıcı silahların kontrolü, uluslar arası ekonomik güvenlik, stratejik malların küresel alkışının sağlanması" faaliyetlerine ağırlık vermeye başladı.
Ayrıca güvenli ekonomi için ekonomik istihbarat konuları da NATO'nun görevleri arasına girdi. Kısacası NATO, özgürlüğün ve güvenliğin korunması için küresel ekonominin işleyişinden de sorumlu hale geldi.
Niye yaptık bu kısa açıklamayı? NATO bütün bu görevlerini yerine getirebilmesi için paraya ihtiyacı olan bir kuruluş. Halen NATO'nun 28 üyesi var. Yaklaşık 900 milyon insan yaşıyor bu ülkelerde. Ve NATO'nun bütçesine her ülke, milli gelirine göre katkı yapıyor. En büyük katkı tabii ABD'den geliyor. NATO bütçesinin yüzde 21.7'sini karşılıyor ABD.
Ardından sırasıyla Almanya yüzde 14.8, İngiltere yüzde 12.5,Fransa yüzde 11.9, İtalya yüzde 8.5, Kanada yüzde 5.1, İspanya yüzde 4.6, Hollanda yüzde 3.3, Türkiye yüzde 3.1,Polonya yüzde 2.3,Belçika yüzde 2.14,Norveç yüzde 1.42'sini karşılıyorlar NATO bütçesinin.
Üye 28 ülke arasında Türkiye NATO bütçesine en fazla katkı yapan dokuzuncu ülke oluyor. Bu katkılar sivil bütçe, askeri bütçe ve NATO güvenlik yatırım programı olarak üç ayrı bütçeye nakdi ya da ayni olarak yapılıyor.
Peki sorun ne?
Sorun şu… Her alanda fert başına geliri dikkate alan uluslararası kuruluşlar, iş, "savunma ve güvenliğe" katkı payına gelince, nedense milli gelirin büyüklüğünü! dikkate alıyorlar.
Oysa savunma ve güvenlikte de katkı payı belirlenirken fert başına gelir dikkate alınmalı. Çünkü milli gelir dikkate alındığında büyük bir haksızlık ortaya çıkıyor. Öyle ki, kişi başına geliri 10 bin dolar olan Türkiye, kişi başına geliri 96 bin dolar olan bir Norveçlinin güvenliği için Norveçlinin kendisinden göreli olarak daha fazla harcama yapmış oluyor. Çünkü milli gelir dikkate alındığından ötürü Türkiye NATO bütçesinin yüzde 3.1'ni finanse ederken, Norveç yüzde 1.42'sini finanse ediyor.
Mesela Portekiz'de fert başına gelir 21 bin dolar, Yunanistan'da 17 bin dolar civarındayken, bu ülkeler sırasıyla NATO bütçesinin yüzde birin altında yüzde 0.90 ve yüzde 0.80'ini finanse ediyorlar. Hatta Avrupa'nın fert başına geliri 122 bin dolarla en zengini olan Lüksemburglu da NATO'ya yüzde 0.15 oranında katkı yapıyor. Bu durumda ortaya çıkan sonuç gene şu oluyor. Türkiye bir Portekizli ve bir Yunanlının, bir Lüksemburglunun savunması ve güvenliği için NATO'ya fazladan para vermiş oluyor.
Anlayacağınız, Türkiye bu ülkelerin güvenlik maliyetlerini karşılarken, Norveçli, Portekizli, Yunanlı, Nato'nun hizmetlerini bedavaya getiriyorlar. Yani "beleş yolcu"luk yapıyorlar.
Oysa aynı Yunanistan, Avrupa Birliği'nden 1963-2005 arasında 84 milyar euro hibe alırken, Türkiye'ye, AB ile Ankara Antlaşması çerçevesinde imzaladığı dördüncü mali protokol ve gümrük birliği anlaşmasıyla taahhüt edilen yardımlarını veto etti. Türkiye, Yunanistan'ın bu vetoları nedeniyle AB'den 2.6 milyar euro yardımı alamadı.
Kaldı ki NATO'ya üye olan ülkelerin pek çoğu AB üyesi. Bu ülkelerden AB'ye yeni üye olan 10 ülke AB bütçesinden 31.2 milyar euro hibe alırken Türkiye yine pek bir şey alamadı.
Kısacası Türkiye'nin durumu şu. Batı'ya para vermeye gelince veriyor, para almaya gelince alamıyor.
Avrupalının güvenliği için bizim üzerimize durup dururken fazladan mali yük biniyor. Zengin Avrupalı yiyip, içip, eğlenirken onların güvenlikleri için biz NATO'ya yıllardır niye daha çok para veriyoruz, bunu akılla açıklamak zor. Türkiye toplumuna yapılan bu haksızlığı, Ankara'nın mutlaka düzeltmesi gerekiyor.