On beş yıl önce bugün, askerler bir kere daha siyasete müdahale etti. İrticacı olduğunu ileri sürdükleri Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi'nin koalisyon hükümetini sonunda devirdiler. O dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1995 genel seçimlerinde halktan en çok oyu alan Necmettin Erbakan'a yeniden hükümeti kurma görevini vermedi ve böylece Köşk'ün de işbirliğiyle halkın çoğunluğunun oyunu alan parti siyasette devre dışı bırakıldı.
Gelelim 28 Şubat müdahalesinin ekonomik dinamiklerine... Her darbenin ve siyasete müdahalenin arkasında muhakkak bir ekonomik paylaşım sorunu vardır. Çünkü devletin silahlı gücünün siyasete müdahalesine haklılık kazandırmaya çalışan bir çıkar çevresi olmadan darbe yapılamaz. İşte bu nedenle 28 Şubat darbesinin ardından ekonomide gelişen olaylara bakınca darbenin sonunda ne için yapıldığı açıkça ortaya çıkıyor.
1980'lerde dönemin Başbakanı Turgut Özal, Türkiye ekonomisini ithal ikamesi modelinden ihracat önderliğinde büyüme modeline dönüştürdü. Ekonomi dış rekabete açıldı ve her ilde organize sanayi siteleri kuruldu. Teşvikler Anadolu'da yeni kurulan organize sanayi sitelerine kaydı. Bu gelişmeler, İstanbul'un statükocu sermayesinin milli gelir içindeki payını azalttı. Hatta Özal'ın Anadolu'da lisan öğreten okulların açılmasına ağırlık vermesi İstanbul merkezli tercüme olayını bile bitirdi. Çünkü Anadolu sermayesi üretmeye başlayıp, bir de lisan öğrenen çocuklarıyla ithalat ve ihracatta İstanbul'u devreden çıkartınca işler tamamen değişti.
Anadolu sermayesi kendi başına küresel piyasalarla bağlantı kurmaya başladı. Bayilik sisteminin getirdiği kul rejimi ve dolaylı bağlantılar kırıldı. Yerine küresel talebe göre üretim yapan, yeni üretim projeleri geliştiren bir bağımsız girişimci biçimi ortaya çıktı. Tabii bu yeni gelişen girişimciler, statükocu İstanbul sermayesinin ayarını bozdu. Ve askeri müdahalenin ardından Anadolu sermayesinin üzerine gidildi. Aldıkları teşvikler iptal edildi ve yeni teşvik belgeleri verilmedi. Mallarını satmaları engellendi. Firmaları kapattırıldı. Bazı gruplar yeşil sermaye denilerek fişlendi ve halk, onların ürünlerini satın almaması için uyarıldı.
Ayrıca dönemin Başbakanı Erbakan'ın KİT'ler için bir finansman havuzu kurması statükoyu iyice rahatsız etti. Çünkü finansman açığı olan KİT'lerin ihtiyacı, finansman fazlası olanlardan karşılanacaktı.
İşte bu modelin hayata geçirileceğinin duyulması banka sermayedarlarını fena halde kızdırdı. Zira yüksek faizle ve hiçbir risk almadan para satmanın getirdiği kazanç artık son bulacaktı.
Nitekim 1997'de Hazine'nin faiz ödemeleri 2.2 katrilyon lira tutarken Erbakan'ın devrilmesinin ardından 1998'de 6.1 katrilyona,1999'da 10.7 katrilyona, 2000'de 20.4 katrilyona ve 2001'de de 41 katrilyona yükseldi. Böylece 2001 krizinin önemli nedenlerinden birinin 28 Şubat müdahalesi olduğunu kesinlikle ileri sürebiliriz.
Ayrıca 1999'da yaşanan Marmara depreminin de kamu maliyesi üzerinde borçlanmayı çoğaltan etkisi olduysa da, temel neden, 28 Şubat'a destek verenlere dağıtılan kamu bankası kredileri, teşvikler ve soyulmasına izin verilen özel bankalardır. Bütün bunlar kamu borç yükünü hızla çoğalttı.
O dönemde öyle soygunlar yaşandı ki... Aslında elinde bulunmayan Hazine tahvillerini satan bir bankayı, o dönemin Hazine ve Merkez Bankası bürokratları, 28 Şubat'a destek veriyor gerekçesiyle görmezden gelebildi. Açıkça kalpazanlığa göz yumdular.
Anlayacağınız, 28 Şubat ekonomide payını çoğaltmaya çalışan Anadolu sermayesine karşı bir müdahaleydi düpedüz. Ama Anadolu'da Turgut Özal'la başlayan gelişme modeli, askeri müdahalelere rağmen durdurulamadı. 2001 krizinin ardından AK Parti'nin iktidara gelmesi, Anadolu sermayesinin müdahalelerle durdurulamayacağını artık iyice gösterdi. Statükocu İstanbul sermayesi destekli darbe girişimlerine rağmen, Anadolu sermayesinin ve halkın desteği Başbakan Tayyip Erdoğan'a sürüyor.