Önce "Küçük Uluçlar" kim onu anlatayım..
Birini zaten tanıyorsunuz, NTV izliyorsanız.. Ankara politik muhabiri Miray Akdağ Uluç.. "Uluç" bizden geliyor. Miray ailenin gelinlerinden. Birader Kemalin oğlu Önder ile evli.. Geçen ay Londra'ya tatile gittiler ve dönüşte bana öyle ballandıra ballandıra anlattılar ki, dayanamadım, Miray'a "Bugüne dek hep söz gazeteciliği yaptın.
Şimdi otur yaz bakalım" dedim. "Tam turizm sezonu.. Yolu Londra'ya düşenlere tavsiyen olsun.."
Miray yazdı yolladı. Ben de size sunuyorum.
***
Londra her zaman olduğu gibi yağmurla karşılıyor bizi..
İlk gün çok özlediğimiz şeyleri yapıyor Mayfair'deki otelimizden siyah taksiye binip parlamentonun bulunduğu Westminster bölgesine gidiyoruz.. Kentin en turistik yerlerini yine ve yine dolaşmak için..
Londra'yla ilgili bazı klişeleri defalarca yapmanıza rağmen seversiniz..
Meşhur saat kulesi Big Ben'in önünde fotoğraf çektirmek, siyah Londra taksisine binmek, "fish and chips" yemek..
Daha önce eğitim için hayatımın bir bölümünü ayırdığım bu ülkeye ilk kez Önder'le "beraber" geliyoruz..
Öndü'yü önce okulum London School of Economics'e, sonra da öğrenci evimin önüne götürüyorum.. Onunla tanışmadan hemen önceki hayatıma nostalji yapıyorum..
Akşam için en çok sabırsızlandığımız ise Londra Filarmoni Orkestrası'nın canlı performansı..
Orkestranın genç bestecilerinin eserlerini bu kez orkestranın salonunda, Royal Festival Hall'da dinleyeceğiz!
İkinci gün de program yoğun..
Müzeler.. Müzelerdeki yeni sergiler...
British Museum, National Gallery, Victoria and Albert, Natural History.. Hepsi bir harika!
Londra'nın müzelerini bir güne sığdırmak mümkün değil ama zamanımız dar olduğu için yapmaya çalışıyoruz..
Türkiye'den İngiltere'ye götürülerek British Museum'da sergilenen Artemis Tapınağı yine üzüyor bizi.. Sonra aynı tartışma; burada mı olsa iyi yoksa orada mı?
Aynı günün akşamı Ünlü İngiliz besteci Andrew Lloyd Webber'in "The Phantom of the Opera" (Operadaki Hayalet) müzikali bizi bekliyor.. Dünyada en uzun süre sahnelenen ve milyonlarca kişinin izlediği müzikalden büyük bir keyifle ayrılıyoruz ve doğruuuuu Hüseyin Abi'ye..
Hüseyin Özer'i hepinizin tanıdığını düşünüyorum.. Londra'da 'İyi Türk yemeği' denilince bir tek o var!
Aslında Türk yemeğine füzyon bir yorum getirerek, Michelin Guide'ın tavsiye ettiği restaurantlar arasına girmeyi başaran tek Türk Lokantası!
Mayfair'deki Sofra'nın önünde o gece yine kuyruk var..
Hüseyin abi bizi Türk mezeleri ile karşılıyor, hepsi öyle güzel ki, Önder hayatında ilk kez ciğer yiyor!?
Sonra harika yemekler ve beraberinde prosecco ile geceyi tamamlıyoruz. Otelimize doğru yönelirken, Hüseyin Abi de eve gitmek için kalkıyor ve Bingo!
Bizim otel odasının penceresinden Hüseyin Abi'nin evine atlayacak kadar yakınız!?
E hal böyle olunca kahvaltı da Sofra'da.. Gümüş masa takımlarımız eşliğinde Hüseyin Abi'nin harika tadlarını deniyoruz... Hepsi Türk, ama hiçbiri Türkiye'den değil.. Hüseyin Özer yorumu var..
Çeşit çeşit meşhur İngiliz "berry"lerinin üzerine 'kraliçe'nin kaymağı' denilen kremayı boca edince muhteşem bir tad çıkıyor ortaya..
Charles'ın çiftliğinden gelen damgalı mavi yumurtayla yapılmış islimli somonlar..
Ve Darjeeling çayı..
Kahvaltıdan sonra Bond ve Regent caddelerinde hızlı bir alışveriş..
(Sonrası yarın.. Koskoca Londra'yı bir günde bitirirsek, Kraliçe kızar sonra..)