Gazeteden çıktım. O meşhur kavşağa yürüdüm, karşıya geçip arabama bineceğim. Lamba araçlara yeşil, biz yayalara kırmızı yanıyor. Bir minibüs, yeşile rağmen tam kavşağın içinde durdu. Yolcu indirecekmiş.
Yeşilde durunca, hem de kavşağın içinde durunca arkada korna, kıyamet. O sırada ışıklar değişti. Bize yeşil yandı.
Tam yürüyorduk ki, yolcunu indiren minibüs de yürümez mi?. Benim önümden yeşile, yani devlete güvenip geçide inen kıl payı kurtuldu, minibüs acı bir fren yapınca..
Yayalardan biri şoföre tepedeki trafik kamerasını göstererek bağırdı..
"Bütün yaptıkların kaydedildi. Yarın tonla ceza yersin.."
Şoför yeniden gaza basarken cevap verdi..
"Ağbi, o kamera göstermelik. Kayıt falan yapmıyor.."
Yanımda yürüyen bir başka Sabahçı var.. O da bana döndü..
"Hıncal ağbi, bu minibüsler, hangi kameralar çekiyor, hangileri göstermelik ezber biliyorlar.."
Yani İstanbul trafik müdürlüğü bazı kavşaklara sahte kameralar koymuş, sürücüleri korkutmak için ama, minibüsçüler, hangisi sahte, hangisi gerçek, bir şekilde öğrenmişler iyi mi?.
"İyi" demeyin sakın.. Şaka gibi ama, dahası var..
Yaya geçidi (!) güvenilir hale gelince karşıya yürüdük ki, bu defa üzerimize bir servis motoru.. O da karşıda ışığın yayalara yeşil yanmasını beklermiş.
Motosikletler, bu ülkede canları isterse araç, canları isterse yaya oluyor ve canlarının istediği her yere hiçbir kural tanımadan gidiyorlar ya..
Kendimi yana nasıl attım görmeliydiniz..
Göremediniz ama ben tam o anda trafik polisini gördüm..
Aşağıdan kavşağa doğru geliyordu.. Motosikleti işaret ettim.. "Bu ne rezalet memur bey" dedim.. "Yaya geçidinde onlarca insan var, aramıza dalıyor.." "Az aşağı inmiştim de, kaçırdım" dedi..
Oysa motorun plakası hala görüntüde, ama memur beyin bir şey yapma niyeti yok..
O sırada, bu defa arkamdan gelen bir başka motosiklet, beni sıyırıp karşı kaldırıma çıkmaz mı?. "Ya bu ne memur bey" dedim.. "Siz buradayken, geçidin içinde durduğunuzu göre göre motorunu üzerimize sürüyor, kaldırıma çıkıyor ve gidiyor. Bu ne demek?. Motoru kullananın umurunda değilsiniz. O sizin olanları sadece seyredeceğinizi adını bildiği gibi biliyor. Alışmış.
Alıştırmışsınız.."
Memur, gene kılını kıpırdatmadan bana aval aval bakıyor. Motor, karşıdaki fast foodcuların birinin önünde duruyor. Kaldırıma park edip içeri giriyor. Memur çekip gidiyor.
Yanımda yürüyen Sabahçı gene bilgi veriyor.. "Hıncal Ağabey, bu polisler genelde bu fast foodcularla karın doyurur, kafelerde çay, kahve molası verirler.. Anladın mı?.."
Anladım tabii..
Hem de Sabah gazetesinin olduğu kavşakta, adı Türkiye Cumhuriyeti olan devlet, sanal.. Göstermelik.
Koyduğu kamera göstermelik.
Suçları kaydetmiyor.
Koyduğu polis daha da göstermelik..
Gözünün önünde işlenen cinayete aldırış etmiyor..
Ve en acısı.. O kavşağı kullanan profesyonel sürücüler, yani dolmuş ve servis minibüs şoförleri ve kurye motosiklet sürücüleri, o kameranın da, o polisin de göstermelik olduğunu biliyorlar..
Bilmeyen kim?.
Taksim Muhafızı Vali Mutlu Paşa ve onun "Emniyet" ekibi..
Ali Kestaneci dostumun Bodrum'dan yolladığı fotoğraf tam bu yazının üstüne geldi. Adam vitrinine bu tabelayı koymuş.. Ben de Sabah kavşağına aynisini astırsam işe yarar mı acaba?.