Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Seyislikten İmparatorluğa...

Üstad Radi Dikici, İstanbul'un tarihini en iyi bilen ve anlatanlardan.. Bu hafta gene masal gibi bir olay naklediyor.. hu.

***

Edirne yakınlarında Charioupolis kasabasında yaşayan Basil, kasabanın yakınındaki çiftlikte babası Bardas Kostantinos'un yardımcısı olarak çalışıyordu. O akşam babasıyla birlikte yorgun argın eve dönmüşlerdi. On sekiz yaşını yeni bitirmişti. Çok uzun boyu, sağlam yapısı, saman rengi karmakarışık saçları ve ela gözleriyle çok yakışıklı bir delikanlıydı. Babasının ifadesine göre Ermeni asıllı idiler. Ancak annesi Branka Slav kökenli idi. Zaten saç ve göz rengini ondan almıştı. Evde konuşulan dil genellikle Ermeniceydi. Ancak dışarıda konuşulan dil Grekçe olduğu için onu da öğrenmek mecburiyetinde kalmıştı ama felaket bir aksanla konuşuyordu.
Kasabada eğitim veren bir okul olmadığı için hali vakti yerinde olan aileler evlatları için özel ders aldırıyorlardı. Basil ailesinin ise öyle bir lüksü yoktu.
O gün de, zamanının çoğunu çiftliğin atlarıyla geçirmişti. Atlara özel merakı vardı. Yirmiden fazla atın bir kısmı işlerin sürdürülmesi için, diğerleri binek hayvanı olarak kullanılıyordu. Ama asıl onu ilgilendiren çiftlik sahibinin araba yarışları için ayrı bir ahırda muhafaza ettiği sekiz attı. Onlar hepsi cins atlardı. Muhtemelen Arap atları olmalıydı.
Basil sekiz atın sekizinin de huylarını o kadar iyi biliyordu ki... Onları okşadığı ve kulaklarına bir şeyler fısıldadığı zaman, keyifle başlarını sallıyorlardı. Artık yavaş yavaş onun söylediklerine göre sağa sola veya yukarı aşağı baş sallamalarından ve hatta gözlerini açıp kapamalarından ne demek istediklerini anlıyordu. Bir süre geçtikten sonra bu hareketlerinden sanki aralarında sessiz bir dil oluşmuştu. Onu en sevindiren ise atın ismini söyleyerek, "Nasılsın," diye sorduğunda kuyruğunu keyifle sallaması ona yetiyordu. Herhangi bir rahatsızlığı varsa sağ ayağı ile yeri eşelemesi bir alarm niteliğinde idi. O zaman atın çeşitli noktalarına dokunuyordu. Çok kere rahatsız olduğu noktaya dokunduğu zaman at kişneyerek cevap veriyordu. Henüz on sekiz yaşındaydı. O sırada bilmesine imkan yoktu ama, bu özelliği onun Bizans İmparatoru olmasını sağlayacaktı.
Hayat öylece akıp giderken bir gece annesi rüyasında Aziz Patrik'i gördü. Aziz ona, başında tacı ile bir koltukta oturan oğlunu gösterdikten sonra, "Kadın, beni iyi dinle," dedi, "Yarın, oğlunu Konstantinople'a göndereceksin. Çünkü o bu ülkeyi yönetecek," dedi.
Anne sabah çok erkenden kalktı. Sırtta taşınabilecek büyüklükte bir bohça hazırlamaya başladı. İç çamaşırı, bir tunik, tuniğin altına giyebileceği dizlerini kapayan bir alt giysi, soğuk havalarda omuzlarına alabileceği yünlü bir şal ve küçük bir çıkına ekmek ve biraz da peynir koydu.
Basil, anne sözü dinleyip yola düştü. Tam otuz iki gün sonra İstanbul surlarının önündedir. Geç kalmıştır. Çünkü kapılar akşam beşte kapandığı için şehre girme şansı yoktur. Onun üzerine yakınlarda bulunan kilisenin bahçesine girer. Bundan sonra olanları torunu İmparator VII.Konstantin Porpyrogenius'un onun hakkında yazdıklarından aktaralım.
"Bir Pazar akşam üzeri hava kararırken Altın Kapı'ya yakın St Diomedes Manastırı'nın avlusuna geldi. Azığından bir parça yiyecek çıkartıp, karnını doyurdu ve manastırın avlusundaki bir sundurmanın altına kıvrılarak yattı. Manastırın baş keşişi ise akşamları yaptığı rutin işleri tamamlayarak yatmaya gitti.
Gece yarısı bir ses, 'Kapıya git ve imparator için kapıyı aç', diyerek baş keşişi uyandırdı. Kapıyı açınca ortada imparator filan göremedi, sadece orada kıvrılıp uyumakta olan hırpani kılıklı bir köylü vardı. 'Herhalde yanlış duydum,' diye düşünüp ve geri dönüp yattı. Bir süre sonra aynı ses onu yine uyandırdı. Kapıyı açıp yine aynı kişiyi görünce, 'Herhalde yine yanılıyorum,' diye düşünüp ve tekrar yattı. Ancak bu defa, sanki göğsünü bir el dürttü ve 'Kalk' dedi, 'kapının önündeki adamı içeri al, çünkü o bir İmparator'dur.' Baş keşiş hemen koştu, saçı sakalına karışmış genci uyandırarak içeri aldı. Önce doyurdu, sonra yıkanmasını ve yeni kıyafetler giymesini sağladı. Ertesi sabah kalktığında onu büyük bir saygıyla yolcu etti."
Basil bir türlü baş keşişin kendisine neden böyle davrandığını anlayamadı. Ama ilk defa olarak, güzelce yıkanmış, mütevazı da olsa sıcak bir yemek yemiş ve geceyi bir yatakta yatarak geçirmişti.
Baş keşiş onu yolcu ederken, söylediği "Yönetirken adil olun. Tanrının yolundan ayrılmayın," cümlesine de bir anlam veremedi.
Tam on iki yıl sonra 29 Eylül 866 Pazar günü Ayasofya'da yapılan törenle imparatorluk tacını giyen I.Basil baş keşişin bu sözlerini sık sık hatırlayacaktır. Çünkü o yeni bir hanedanın kurucusu olarak "Bizans Rönesansı"nı başlatan çok başarılı bir hükümdar olacaktır.
(Radi Dikici- Bizans İmparatorluğu Tarihi 330-1453, s.247)
Basil'e imparatorluğa taşıyan at sevgisinin çok renkli ve orijinal öyküsünü haftaya aktaracağız.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA