Hayatta en sevdiğim meslektaşlarımdan biriydi Doğan Ağabey (Koloğlu)..
Ardından yazdığım yazıyı yeterli bulmamış,
"Onunla ne unutulmaz anılarım var, yazılacak" demiştim. İkinci yazıyı yazmaya fırsat kalmadan Necmi Ağabey'i (Tanyolaç) de kaybettik..
Doğan Ağabey, bugüne kaldı.
Hüzünlü tabii.. Bir ölümün arkasından yazılıyor.. Ama hoş anılar aslında. Bu yüzden hafta sonunu seçtim.
Doğan Ağabey'le yakınlaşmamız, Madrid'de şu ünlü Barnebau Stadı'nın oralarda oldu.
1982 Dünya Kupası başlamış. Ben de gideceğim.. Ama nerdeyse bir ay ayrılacak vaktim yok. Erkekçe'yi çıkarıyoruz o zaman. Gurup maçları bitince uçtum Madrid'e..
Basın Merkezi Barnebau'nun yanında.
Doğru oraya. Kaydımızı yaptırdık, boynumuza asılan kartı aldık. Yanda bir masa var.. "İkamet" yazıyor üzerinde..
Oteli ordan ayarlayacağız herhalde..
Gittim.. Kız "Nee?.. Sizin rezervasyonunuz yok mu?. Madrid'de tek oda yok artık" dedi, dalga geçer gibi bir ifadeyle..
Meğer o işler aylar evvelinden, daha Madrid'e gelmeden yapılırmış.
Ne bileyim.. Hayatımda ilk defa Dünya Kupası'na gidiyorum.
Uçaktan yeni inmişiz, yorgunuz ve otel yok.. Parkta yatacağız herhalde..
Doğan Ağabey ordan geçiyormuş.
Hürriyet'in Müdürü o zaman.. Görüntüm nasıl perişan olmalı ki, yanıma geldi.. "Hayrola" dedi.. Başıma geleni anlattım.. "Üzüldüğün şeye bak" dedi. "Bize taşınırsın." "Bize" dediği, Hürriyet bir daire kiralamış Madrid'de.. Tüm ekip ucuza kalsın diye.. "Yalnız bir şişirme deniz yatağı alman lazım.. Çünkü yataklar dolu.."
Yahu denize düşen, şişme yatağa sarılır.
Paçayı sokaktan kurtardık, bayram içindeyim..
Doğan Ağbi önce bir spor mağazasına götürdü beni. Yatağı aldık, bir de pompa aldırdı. Sonra eve.. Çifte metro değiştirip Madrid'in en ücra mahallesine geldik.
Quatro Camino.. Dörtyol yani.. Bir eski apartmanda minnacık bir daire..
Loş.. Karanlık hatta.. Penceresi yok desem yeridir.. Ama başımı soktum ya.
Bana saray.. Odalar dolu, bize koridor kaldı.. "Bize" dedim.. İki kişiymişiz meğer, Doğan Ağbi'nin sokaktan topladıkları..
Öteki Sosyete Muhabiri Güngör Denizaşan.. O da ayrı bir yazı konusu olacak kadar ilginç bir gazeteci. Yazarım bir gün..
Koridor o kadar dar ki, Güngör'le en geç yatıyor, en erken kalkıyoruz ki, millet üzerimizde yürümesin..
Ben Cumhuriyet adına izliyorum Kupayı.. Bir yerde rakip gazeteyiz.. Ama o zaman rekabet, düşmanlık değildi ki..
Ve de Doğan Ağabeydeki, büyüklük..
Ağabeylik..
Bir gün Atilla Gökçe, "Bu gece de bizde kal" diye, Tercüman ailesi için kiralanan daireye davet etti, halime acıyıp.
Gittim ki, şehrin göbeğinde stada yürüyüş mesafesinde, beş yıldızlık bir apart otel.. Geniş, aydınlık, pırıl pırıl bir daire.. Her gün servis geliyor, temizliyor, yatakları düzeltiyor, çarşafları değiştiriyor.
Bol odası var.. Terasta yüzme havuzu..
Kemal Ağbi (Ilıcak) Madrid'in en güzel dairesini tutmuş Necmi Ağabey'in ekibine..
Erol Bey (Simavi) gibi cimrilik yapmamış..
Tercüman ekibi durmadan rotasyon halinde olduğundan, dairede hep bir boş oda oluyor.. Atilla "Gel" diyor..
Gidilmeyecek gibi değil. Fark o kadar büyük ki.. Ama giderken de Doğan Ağabey'e, beni sokaktan kurtaran Doğan Ağabey'e ihanet ettiğim duygusuna kapılıyorum..
Anladı halimi..
"Nereyi bulursan, nerde rahat edersen orda kal, Hıncal" dedi.. "Lafı mı olur?."
Doğan Ağbi'nin farkını, Doğan Ağbi'nin büyüklüğünü anlatmaya devam edeceğim.. Bugünkü kuşakların kulağına da bir şeyler kaçar da, faydası olur belki..