KULELİ deyince aklıma iki kişi gelir.. Babam ve Ünal (Özüak)..
Babamın lisesiydi Kuleli.. O günleri nasıl keyifle anlatırdı bize çocukken.. Yaz geceleri yat borusu çaldıktan sonra ışıkları kapar, pencereleri açarlarmış. Ta karşıda, Bebek gazinosundaki muganniyelerin sesi, taa ordan gelirmiş Kuleli'ye.. Bugünkü ses sistemleri de yokken, Müzeyyen'in çıplak sesini dinlerlermiş, mesela..
Ünal, mimar.. Kuleli'nin yanına eklenen ek binaya takık. Orijinal binanın iki ucunda iki kule var, adı da ordan geliyor zaten. Sonra bu binanın aynisini, Karadeniz tarafına eklemişler. O uç kule olmuş, orta kule.. Ama yeni binanın ucunda kule yok. Marmara tarafında var, ortada var, Karadeniz tarafında yok. Yani simetri bozulmuş. Bu da Ünal'ı her geçişte çıldırtır.. İlle "Üçüncü" kuleyi ister.
Cengiz'i (Semercioğlu) okudum geçen gün. Kuleli uzun zamandır restorasyondaydı. Bitmiş. "Boğaz'ın tek taş pırlantası gibi ışıldıyor Kuleli. Mutlak Kuruçeşme civarına gidin bir gece ve seyredin" diyor.
Hemen o gece gittim..
Hayır.. Cengiz'e katılmıyorum.. Binalar ayrı, kuleler ayrı ışıklandırılmış, pırıl pırıl.. Ama artık "Tarihi" değil.. Bir pop artçı yapmış ışıkları sanki.. Kuruçeşme'den bakınca, şıkır şıkır bir disko gibi duruyor. Restorasyon ve ışıklandırmada, esas binadaki nizamiye abartılı ortaya çıkarılmış. "Binanın ortası burası" denmiş. Öteki binanın ek olduğunun altı çizilmiş. Bu da Ünal'ın tepesini arttıran simetri sorununu bir ölçüde çözmüş.