EN yakın arkadaşlarım bile benim telefonumun sesini bilmezler.. Çünkü çaldığını duymamışlardır. Çünkü çalmaz.. Daima sessizdedir.. Bu yüzden benim telefonum yaşamımı bölmez.. Beni yönetmez.. Ben onu yönetirim.. Bazen titreşimi duyarım. Durum uygunsa bakarım. Arayanla konuşmak istiyorsam o an, açarım. Arayan belli değilse hiç açmam zaten. Açmadıklarıma, ya da açamadıklarıma da, daha sonra, ben istediğim, ben uygun gördüğüm zaman dönerim..
Bu müthiş iletişim aracı, aslında, iğrenç kullanımla iletişimi bitiriyor insanlar arasında..
Dört beş arkadaş oturmuş sohbet ediyorsunuz.. Diyelim bir şey anlatıyorsunuz..
Birinin telefonu çalıyor.. Açıyor.. Ne yapacaksınız?.. Anlattığınız şeye devam ederseniz, o konuyu kaçıracak. Etmezseniz, sizi merakla dinleyen ötekiler soğuyacaklar. Lafa limon sıkılmış olacak.. Ne yapacağınızı şaşırırsınız.. Görür ve anlarsınız ki, cep telefonu olan yerde sohbet olmaz..
Şimdi daha da rezil bir uygulama başladı. Twitter.. Güzel bir yerde, harika bir akşam geçiriyorsunuz.. Dinlemeye doyamadığınız bir sanatçı en sevdiğiniz şarkıları söylüyor.. Siz de en sevdiğiniz arkadaşlarınızı davet etmişsiniz.. Bir bakıyorsunuz iki yanınızda iki dost, ellerinde telefonlar.. Dünyaya haber yayıyorlar..
"Şimdi Hıncal'la falan yerdeyiz.. Filan, bilmem ne şarkısını söylüyor.."
Gece boyu devam ediyor düşünebiliyor musunuz?. Geceyi yaşamıyor, durmadan birilerine anlatıyorlar, telefon mesajlarıyla.. Ne size saygıları var, ne geceye duyguları.. Varsa yok, o cep.. Yok olası, kahrolası cep. Esir oldukları cep.. Oynadıklarını sanırken, oyuncağı oldukları cep..
Ben, telefonun oyuncağı olmamayı 17 yaşında öğrendim.. Öğreten de Elizabeth Taylor'du..
Gazeteciliğe yeni başladığım Yeni Gün günleri.. Sporla birlikte magazin sayfası da bana aitti. Magazin o zaman minili ikoncan resmi basmak değil.. Adam gibi haber ve okunur yazı sayfası yapmak.. (İşte sinemanın en büyük devlerinden biri öldü.. Okuyun bugün bütün gazeteleri.. Bir Liz yazısı bulun ve deyin ki "Okuduğuma değdi..")
Bizim sinema önde değildi o devirlerde.. Hollywood'un, İtalyan ve Fransız sinemasının magazinlerini yapardık. Kaynak da, Amerikan, İngiliz ve Fransız dergileri..
Photoplay diye bir Amerikan sinema dergisi gelirdi Türkiye'ye.. İngilizce olduğu için benim sorumluluğumdaydı..
Orada bir Elizabeth Taylor röportajı vardı. Yok canım.. Soru cevap teyp çözücülüğü değil, bir yazı sanatı olan röportaj.. Muhabir Liz'in evine gitmiş.. Saatlerce kalmış. Bir yandan yaşamını izlemiş, bir yandan konuşmuş..
Liz, ilk aşkımdı benim.. O menekşe gözlere bütün dünya gibi ben de vurulduğumda daha 15 yaşındaydım.
Bu yüzden röportajı bir nefeste okudum..
Gazeteci anlatıyor.. Yemekten sonra, divana çekilip kahve içerken sohbete dalmışlar.. O sırada telefon çalmış, uzun uzun.. Gazeteci durup, Liz'in cevap vermesini beklemiş. Oralı olmamış Menekşe göz.. Sohbete devam.. Az sonra gene çalmış telefon.. Az daha sonra bir daha.. Bir daha..
Hiç birine bakmamış Liz.. Gazeteci dayanamamış..
"Israrla çalıyor.. Önemli olabilir.."
"Önemliyse, beni nasılsa bulur, merak etme" diye cevap vermiş Liz!..
O anda en önemli şey, yanında bulunduğunuz kişidir.. Arayan mı?.. Önemliyse o sizi nasıl olsa bulur..
17 yaşımda çakıldı bu ilke kafama.. Telefon hiç bir zaman yanımdakinin önüne geçmedi. Telefonlarını benim önüme geçirenleri de, ben hayatımda öne geçirmedim.. Telefonları kadar yer işgal ettiler, yanımda, yaşamımda..
***
Çok ağır hastalıklar geçirdi.. Bir defasında, ameliyat sırasında kalbi beş dakika durduruldu.. Beş dakika öldü yani.. Sonra o beş dakika içinde kendisini karanlık bir tünelde bulduğunu anlattı, daha sonra. Tünelin sonunda bir ışık ve onu bir bekleyen vardı. Michael Todd. Eski kocası.. Hollywood'un en büyük yapımcısı.. Jet seti kuran özel uçağı düşmüş ve ölmüştü..
"Sana geldim" demiş Liz, tünelin ucunda.. "Daha yaşayacak vaktin var, geri dön" demiş Michael.. "Ben beklerim.."
Hayatındaki erkekler içinde en sevdiğinin Michael olduğunu söylerdi..
O yıllarda gençlerin sevgilisi bir çift de vardı.. Yıldız Debbie Reynolds ve şarkıcı Eddie Fisher.. Liz/ Todd çiftinin en yakın arkadaşları.. İçtikleri ayrı gitmez cinsten.. O uçakla ne geziler yapmışlar, ne jet hayat yaşamışlardı, dört dost..
Michael aniden ölünce yıkılan Liz'i teselli etmek Eddie ve Debbie'ye düşmüştü..
Onu Michael'ın anılarından kurtarmak, yaşama döndürmek için evlerine aldılar. Liz onlara taşındı ve bir gün skandal patlak verdi..
Liz ve Eddie aşk yaşıyorlardı.. Eddie, Debbie'den boşanmak için mahkemeye başvurdu. Liz, Eddie ile evlendi. Evlenmek için, Eddie'nin dinini de kabul etmek zorunda kaldı üstelik. Musevi oldu!..
Bir gazeteci, sordu gene Liz'e..
"Debbie, senin en iyi arkadaşındı. En kötü gününde sana evini, kollarını açtı.. Onun kocasını nasıl ayartırsın?.."
Cevap verdi Liz..
"Her insan kendi hayatını yaşar ve bir defa yaşar!.."
Hayat defterime, bu lafı da yazdım!..