Gazeteciler Cemiyeti, benim mesleğe başladığım yıllarda en güçlü sivil toplun örgütüydü. Cemiyet Başkanının sözleri manşetlerde yer alır, bildiriler, devleti yönlendirirdi. Cemiyetin üyesi olabilmek büyük ayrıcalıktı. Olabilmek.. Çünkü kolay değildi. Bin dereden su getirmek, 40 hendek atlamak gerekirdi.. O yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne daha kolay girdiğimi hatırlıyorum.
Şimdi..
Varlığı ile yokluğu belli olmayan bir kuruluş, Cemiyet. Bir zamanlar Bab-ı Ali'de, Vilayet Konağı'ndan daha görkemli ve daha etkili bina şimdi köhne, terkedilmiş bir virane.. Geleni gideni yok.
Cemiyet Başkanı kim, 10 gazeteciye sorun, dokuzu bilmez. Cemiyetten gelen açıklamalar, bildiriler gazetelere haber bile olmaz..
Bir zamanlar meslek hayatının en büyük gururu olarak kabul edilen Cemiyet Ödüllerini artık kimse umursamaz. Törenlere kimse katılmaz. Haber bile yapılmaz..
Oysa, Cemiyete en çok ihtiyaç duyulan günler yaşıyoruz.. Gazetecinin, özellikle genç gazetecinin sahibi, dayanağı, güveni yok.. Fincancı katırlarından birini ürkütmeye görsün, anında işini kaybeder ve ona kimse sahiplenmez. Bu yüzden korku içinde çalışır. Yazılarını, haberlerini önce kendi sansür eder. Güçlü bir cemiyet olmadığı için, basın özgürlüğü artık sadece kağıt üzerindedir.
Tam da bu ortamda Cemiyet'i nasıl güçlendiririz?.
Birinci iş, temel unsur, bir araya gelmemizi sağlamak. Gazeteler Bab-ı Ali'de iken, bütün büyük gazeteler 100 metre çaplı bir dairenin içinde hazırlanırken, herkes birbirini tanırdı, herkes birbiri ile dosttu. Bab-ı Ali yokuşundan iner ve çıkarken her gün yüzden fazla meslektaşla selamlaşır, ayak üstü sohbet ederdik. Yöredeki kahveler, minik lokanta ve köfteciler, öğle paydosunda buluşma yerimizdi. Gazeteci olarak en büyük rakiplerimizle, en yürekten, en candan arkadaştık..
Cemiyet binası, bu 100 metre çaplı dairenin tam pergelin ayağını koyduğunuz merkezindeydi. İşe gidip gelirken mutlak önünden geçerdiniz. İçerdeki kahve ve çaylar, atıştırmalıklar nerdeyse bedavaydı. Maaşların üç otuz para olduğu devirlerde bu ucuzluk, ayrı bir toplanma sebebiydi. Herkes birbirini tanıdığı, sevdiği zaman bir sinerji oluşuyor. Hem sevinçleri, hem üzüntüleri paylaşır oluyorsunuz.. Cemiyet, bu tanışan ve sevişen insanların bir araya geldiği kurum olunca, güç kazanıyor, değer kazanıyor. Üye olduğunuz zaman bir kimliğinizin olduğunu hissediyor, bu kimliği yüceltmek için elinizden geleni yapıyorsunuz. Cemiyet kaynaklı haberler özenle yazılıyor, sayfada en iyi yere konuyor, en çarpıcı başlıkla çıkıyor. O zaman sıkıysa, itibar etmesinler.. Basın dördüncü güç.. Cemiyet bu gücün organizasyonu.. Kim karşı çıkabilir ki..
Sonra Bab-ı Ali'den taşınmalar başladı.. Plaza gazeteciliği başladı. Gazeteciler bırakın öbür gazetelerdeki meslektaşlarını, kendi gazetelerindeki arkadaşlarını tanımaz oldular.. Sabah İkitelli'de iken hiç değilse, yemek salonlarımız vardı. Beyti harika yemekler yapardı. Herkes inerdi yemeğe.. Bir buçuk iki saat yemek sohbeti yapardık, her defasında başka dostlarla oturarak.. O yemeklerden ne manşetler, ne haberler, ne diziler, ne fikirler çıkardı.
Nişantaşı'na taşındık. Yer dar, yemek yok, fiş var. Herkes dışarda başının çaresine bakınca birbirimizle buluşamaz olduk.
Ben bugün Sabah'ta çalışanların dörtte üçünü tanımıyorum.. Niye "Herkes kartını taksın" diye bas bas bağırıyorum ama kimseye dinletemiyorum.. Hiç değilse asansörde gördüğümde adını okuyayım.. "Aa.. Dünkü o harika haberi yazan buymuş demek" diyeyim. Ayaküstü kutlayayım.. Hayır.. O kartı taşımak onları küçültüyor, çirkinleştiriyor. Aidiyet fikrinden nefret ediyor, Sabah mensubu olduklarını ilan etmekten utanıyorlar. Asansörde gördüğüm ziyaretçi mi, stajyer mi, yoksa benim sayfamı hazırlayan bir editör mü, bilemiyorum inanır mısınız?.
Gazeteci, kendi içinde güç olamaz, aidiyet duyusu veremezse, nasıl güç olur basın?.. Ne dördüncü, 444'üncü güç olmaz, herkes kendi kimliğine gizlenmişken.. Dostluk, arkadaşlık, meslektaşlık ortadan kalkmışken..
Şimdi yapılacak şey, Bab-ı Ali'deki o köhne, o kuş uçmaz kervan geçmez binayı, müze binası dahil elden çıkarmak.. Şehrin yeni merkezinde, Arnavutköy- Bebek civarında bir cazibe merkezinde gerekirse hatta kiralık yeni bir buluşma yeri oluşturmak. Kendi gazetelerinde bile bir araya gelemeyenleri cazip organizasyonlarda buralarda toplamayı denemek.. Başarabilirsek, bir araya gelebilirsek, yeniden güç oluşturabiliriz. Cemiyet yeniden gazetelerin birinci sayfalarında haber olmaya başlayabilir. Dikkat edilmesi gereken bir sivil toplum örgütüne dönüşür. Güçlenir.. Güç, aidiyet duyusunu güçlendirir. Genç gazeteciler bu gücün parçası olabilmek için can atmaya başlarlar yeniden.
Başarılı olursak..
Olamazsak, iş bitmiş zaten.. Bab-ı Ali'deki o köhne, o kuş uçmaz kervan geçmez, o artık işsiz ve emekli gazetecilerin bile uğramadığı binada çoktan bittiği gibi..