Doğan Ağabey meslekte gıpta ettiklerimin başında gelir.. Daha tanınmadığım günlerde, soyadıma bakıp "Doğan Uluç'un akrabası mısınız" diyenlere içimden "Ah, keşke" diyerek üzüntüyle "Maalesef" yanıtı verirdim.
Benim için gazeteciliğin öncülerindendi. Gazetecilik, muhabirlikti.. Bugün unutulan muhabirlik. Gazeteler yazarları değil, muhabirleri ve onların özel haberleri, röportajlarıyla gurur duyarlardı. Röportaj dediysem, bugünkü gibi "Soru-Cevap" basitliği değil.. Yazıydı röportajlar.. Konuşulan kişiyi, izlenen, olayı anlatan yazılar.. Bugün "Benim" diyen yazarın zor yazacağı yazılar..
İstanbul'da, Londra'da ve New York'ta çalıştı Doğan Ağabey.. Hâlâ da çalışıyor. "Kupa Ası" onun 50 yılı bulan gazetecilik yaşamından seçtiği haberler..
40 yıl önceki haber kitap yazısı olur mu?.. Olur.. Okunur mu?.. Okunur..
Normal okur, yakın tarihin canlı bir belgesi gibi merakla okur. Gazeteci ise, okumak zorunda olduğu için okur..
Kupa Ası, uygulamalı bir ders kitabı çünkü.. Gazetecilik nedir, nasıl olmalıdır sorusunun yaşanmış ve yazılmış örneklerle yanıtı.. Doğan Ağbi Kupa Ası'nın, tabii bu arada kendi gazetecilik yaşamının öyküsünü, Sunum yazısında anlatmış.. Bakın ve öğrenin, muhabirlik neymiş?.
"Hürriyet'in kapısından ilk girişimi takip eden yıllar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyor. Bugünkü deyimle Genel Yayın Yönetmeni Necati Zincirkıran'ın oluşturduğu istihbarat kadrosunda Beyoğlu muhabiri olarak işe başladığımda her masada bir daktilo vardı. Hürriyet'te çalışmayan meslektaşlarımdan, diğer gazetelerde daktiloların paylaşılarak kullanıldığını duymuştum.
Habercilik değişikti o yıllarda. 'Masabaşı' muhabirlerinin meslek ömrü kısa olurdu.
İnternette 'Türk', 'Türkiye' sözcüklerinden süzülen kırpıntıları haber yapmaya benzer kolaylıklar yoktu. Olsaydı bile, hoş görüleceğinden emin değilim. Gazeteler taze, değişik, özel haberler peşinde her gün yeni bir savaş verirler. Bu savaş dışarıda olur, haberin olduğu yerde. Muhabirler de ön cephede savaşçıdır. Başarılı muhabirliğin tanımı bu kadar basit.
Hürriyet istihbaratında dört yıl çalıştım. İzne çıkan arkadaşlarımın yerine polis, adliye, vilayet muhabirlikleri yaptım. Ses getiren özel haberlerim birinci sayfadan verildi; arka kapağa taşındı, manşete çıktı. Hürriyet'in 8 sayfa yayımlandığı günlerde yalnızca rakip gazetelerde değil, istihbaratta diğer muhabirlerle rekabet içindeydik.
Londra'da haberlerimi genelde mektupla, günlük olay takip ederken teleksle gönderirdim. Thames Nehri karşısındaki postanede bir teleks cihazı vardı. Haber geçmek için, uluslararası santralın telekse hat vermesi için 2-3 saat beklediğim çok oldu.
Amerika içinde ve dışında yıllarca haber kovaladım. Olaylar izledim, röportajlar yaptım. Bir tek resim geçmek için saatler harcadığım oldu. Teleks olmayan yerlerde haber geçmek ayrı bir sorundu."
Sonra iletişim kolaylaştı. Postanelerde saatlerce sürünmek, resim geçmek için asırlar gibi süren bekleyişler içine girmek bitti.
Kucağında laptop, anında yaz, anında çek, anında yolla.. Doğan Ağbi soruyor.. "Peki, günümüzdeki muhabirlik bu akıl almaz teknoloji kolaylığına layık mı?"
Cevabı vermeye gerek yok. Teknoloji geliştikçe, gazetecilik bitti. Eski gazeteciler de elini ayağını çekince, tümden bitecek.. Kaç kişi kaldılar ki.. İşte Doğan Ağabey orda.. İşte Savaş Ay, bizde.. Sonra.. Bir elimi kaldırıyorum, parmaklarımı sayın da doldurun bakalım..
Bitenler de unutuluyor anında.. Hayata veda edişleri haber bile olmuyor, yıllarca emek verdikleri gazetelerinde bile.. Doğan Ağabey, kitabı biraz da bu sebeple yazmış.. Anlatıyor onu da..
"Yakınlarım yıllardır 'İlginç konuları işledin bunca zaman, niye yazmıyorsun başından geçenleri' diye üstüme geliyorlar. Zihnimde bu işin bir muhasebesini yaptım. Gazetecilik vefası olmayan bir meslek. Ofisime benimle tanışmaya gelen iletişim, basın-yayın eğitimi gören gençlerle konuşurken 'Gökşin Sipahioğlu'nu, Mehmet Biber'i tanıyor musunuz, adlarını duydunuz mu' diye sorduğumda, çehrelerinde mahcup bir görüntü beliriyor. Gökşin sıfırdan başlayıp, Paris'te dünyanın en büyük fotoğraf ajanslarından birini kuran bir gazeteci. Mehmet, fotoğrafları Batı dergilerinde yayımlanan, National Geographic'te iki kez kapak konusu olan Türk fotoğrafçısı. İkisinin de basınımızda eşleri emsalleri yok. Ama genç kuşak gazetecilik öğrencileri tanımıyorlar. En büyük isimler bile daktiloyu, kamerayı dolaba kaldırdığında çabuk unutuluyor.
Kitap için ve yazı arşivlerinde malzeme toparlama düşündüğümden daha güç çıktı. Yarım asra yakın Hürriyet muhabirliğimde haber, röportaj ve yazı dizilerini görmek için 17.000 gazeteyi elden geçirmek gerekiyordu.
Kitaptaki tüm yazılar, bir ikisi hariç, hepsi birinci sayfada yayımlandı. Bazı haberlerim tam sayfaydı. Bazıları için 'yıldırım baskı' yapıldı. Hürriyet'te birinci sayfadan en çok özel (atlatma) haberi, içerde en çok yazı dizisi yayımlanan sanırım benim. Hürriyet'te çeşitli alanlarda ve pek çok şöhretle yapılmış röportajlarım çıktı. Türkiye'de ve dış ülkelerde olay izlerken, yankı yapan olaylara sebep oldum."
17 bin gazetede haberi çıkmak.. Haberi için Yıldırım Baskı yaptırmak.. Haberi ile gündem yaratmayı geçin, ülkenin kaderini etkilemek..
Doğan Ağabey,
Seninle meslekdaş olmaktan hep gurur duydum.. Sadece benzerlikten ibaret olduğu halde, ayni soyadı taşımaktan da..
Kupa Ası, baş ucu kitabım.. Hep elimin altında..
Meraktan okuyorum. Keyiften okuyorum.. Okurken bir yandan da öğreniyorum. Bu meslekte öğrenmenin sonu yok.. Meğer neler bilmiyormuşum..
Çok yaşa sen Doğan Ağabey!.. Çok yaşa sen!..