Olayı kişiselleştirmeden, öküz altında buzağı arayanlar gibi aptalca senaryolar üretmeden, hukuksal açıdan incelemek isterim..
Önce uluslararası doktrinde..
Cumhurbaşkanları da adi suçlardan yargılanabilirler. Bir cumhurbaşkanının sadece vatana ihanetten yargılanabileceği diye bir kural yoktur.
Amerika Başkanı Nixon, daha sonra Clinton adi suçtan yargılandılar. Suçları "Yalan söylemek"ti. Nixon, Watergate'ten haberi olmadığını söylemişti. Yargıda "olduğu" kanıtlandı. Nixon görevinden istifa etti. Yerine gelen Başkan Ford'un affı ile hapse girmekten kurtuldu.
Clinton, Monica Lewinsky ile seks yapmadığını iddia etmişti. Oral seks yaptığı kanıtlandı, ama mahkeme oral seksin, seks yapmak olmadığı yorumu getirince, Clinton yalan söylememiş oldu ve kurtuldu.
İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, maiyetindeki bir genç kadına cinsel tacizde bulunduğu iddiası ile mahkemeye verildi. Mahkeme davayı kabul edince, Katsav görevinden istifa etti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında açılan dava, "Evrakta sahtecilik"tir. Yani adi suçtur.
Bu davada Necmettin Erbakan iki yıl dört ay hapse mahkûm oldu. Ayni davada yargılanan Refah Partisi yöneticilerinden bir bölümü bir yıl iki aya kadar ceza alırken, bir bölümü beraat ettiler. Abdullah Gül, o sırada milletvekili olduğu ve dokunulmazlığı bulunduğu için davası ayrıldı ve yasama görevinin, yani dokunulmazlığının sona erdiği güne bırakıldı. Bu süre bitmeden Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığına aday oldu. Bu adaylık süresinde, başta CHP Genel Başkanı Deniz Baykal olmak üzere, bazı siyasal liderler ve önemli hukukçular, Cumhurbaşkanlarının yasama dokunulmazlıklarının olmadığını ileri sürdüler ve "Gül seçilirse, milletvekilliği de, dokunulmazlığı da biter, hakkında açılan davalar yürürlüğe konur" dediler.
Gül, Cumhurbaşkanı seçildi ve ardından, anayasal yetkisini kullanarak, kendisi ile ayni davadan yargılanarak mahkûm olan Necmettin Erbakan'ı affetti. Bu af da uzun tartışmalara sebep oldu.
Bu arada Anayasamızda Cumhurbaşkanlarının yasama dokunulmazlıklarının olduğu yönünde bir madde bulunmadığı için, dava gündeme geldi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı "Cumhurbaşkanlarının dokunulmazlığının olmadığı kabul edilemez" gerekçesi ile takipsizlik kararı verdi.
Bir emekli yargıç "Refah davasına gerekçe olan kanunsuz harcamalar içinde benim ödediğim vergiler de var. Bu bakımdan tarafım" dedi ve karara Sincan Ağır Ceza Mahkemesi'ne itiraz etti. Mahkeme itirazı kabul etti ve "Evrakta sahtecilik" davasının görüşülmesine karar verdi.
Bundan sonraki hukuksal durum şu..
Sincan kararına sadece Adalet Bakanlığı'nın Yargıtay'a "Kanun yararına bozma" başvurusu yapma hakkı var. Yargıtay kararı onaylarsa, dava başlayacak.
Adalet Bakanlığı böyle bir başvuru yapmazsa, Sincan Mahkemesi'nin kararı yürürlüğe girecek. Yani dava gene başlayacak.
Cumhurbaşkanı Gül, duruşmaya gelmezse, zorla getirilebilecek. Ancak Gül yaptığı açıklamada "Hukuksal süreç sona erer ve dava açılırsa, gideceğim. Beraat edeceğimden eminim. Benim üzerinde durduğum, Cumhurbaşkanlığı makamının yaralanması, kişisel korkum yok" dedi.
Şimdi, siyasal liderler ve hukukçular, Sincan Mahkemesi'nin kararını tartışıyorlar.
Tartışmanın özü, "Anayasada düzenlemenin olmayışı, Cumhurbaşkanının dokunulmazlığının olmadığı anlamına gelir mi, gelmez mi?."
Sincan Mahkemesi "Milletvekili ve dışarıdan bakanların dokunulmazlıkları, anayasada düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanı dokunulmazlığı ile ilgili madde yoktur. Ceza Hukukunda kıyas yolu ile karar verilemez. Bu yüzden Cumhurbaşkanı dokunulmazlığı yoktur" diyor.
İtiraz edenler "Durum o kadar açık ki, Anayasa ayrıca kayda gerek görmemiş" diye karşı çıkıyorlar.
Adalet Bakanlığı, yasal hakkını kullanır itiraz ederse, son kararı Yargıtay verecek. Etmezse, Sincan Mahkemesi kararı kesin olacak. Şu anda durum bu..
Benim görüşüm mü?.
Ceza Hukukumuzda kıyas yoktur. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" kesin hükmü, yargıcın "Kıyas yolu" ile karar verme yetkisini önlemiştir. Özel hukukta, yasal düzenleme olmadığı zaman, yargıç, kendisini kanun koyucu yerine koyar ve kıyas yolu ile karar verebilir. Ceza Hukukunda böyle bir hak kesinlikle yoktur.
Kanunda olmayan şey, ne kıyas, ne de başka şekilde "Var" kabul edilemez.
O halde, Anayasal düzenleme yapılmadığı sürece, Cumhurbaşkanlarının yasama dokunulmazlıkları olmayacaktır.
Görülen dava süresinde Gül ile ayni durumda olanların beraat etmiş olmaları da ayni ceza hukuku ilkesi yüzünden "Kıyas"a imkân vermez. Gül ayrıca yargılanıp beraat etmedikçe, kıyas yolu ile aklanmış sayılamaz.
Cumhurbaşkanı için kullanılan "Şüpheli" sıfatı, yasal bir deyimdir. Dava açıldığı ve başladığı zaman bu sıfat, "Sanık" şeklini alır.
Hukuk, adalet önünde, Cumhurbaşkanı'nın sade vatandaştan farkı yoktur. Bu yüzden bu yasal sıfatların kullanılması, makamı zedelemez. Tersine ülkede adaletin herkese eşit uygulandığını gösterir. Demokratik bir gurur kaynağı olur.
Gül özelinde bakıldığında ise..
Tartışmalı bir dokunulmazlığa sığınıp, görev süresinin sonuna dek, bu" Şüpheli" ithamıyla yaşamak, hele de muhaliflerin, bu sıfatı hemen her gün gündeme getirmesine fırsat vermektense, mahkemeye çıkıp aklanmak, çok daha akılcı, çok daha mantıklı olur, düşüncesindeyim.