Abuzittincim,
Bu kadar hengâme arasında başımıza bi de domuz gribi çıktı bilader. İnsanlar patır patır ölüyormuş. Bütün dünya tedirgin.. Bizler de tedirginiz.
Sınırlarda çok ciddi önlemler almışız. Havaalanlarına termal kameralar yerleştirilmiş. Bu termal kameralarla giriş yapan turistlerin ateşi otomatikman ölçülüp, ateşi olanlar karantinaya alınacakmış.
Hangi havaalanları dersen İstanbul ve Ankara'dakiler. Ben Çardak Havaalanı'na da neden termal kamera yerleştirilmedi merak ettim. Ordan da Türkiye'ye çok turist gelir. Antalya havaalanı dersen o kadar önemli değil yılda ancak 7 veya 8 milyon turist Antalya'dan giriş yapar. Ondan dolayı termal kamera değil de normal koltuk altı dereceyle de turistler kontrol edilebilir. Aynı şekilde Dalaman, Bodrum havaalanlarında da koltuk altı derecelerle denetimi sağlayabiliriz. Herhalde 4-5 milyon kadar giriş oluyordur.
Hatta benim şöyle bi önerim var Türkiye'ye gelen uçakların koltuklarına yerleştirilecek özel derecelerle yolcuların yol boyu ateşleri ölçülebilir ki bunun daha da sağlıklı olacağını düşünüyorum. Rahatsızlık duyacaklar olursa, bi şekilde ikna edilebilirler.
Ben eminim alınan bu ciddi önlemlerle domuz gribi bize "teğet" geçecektir. Fakat nedense yıllar boyudur teğet geçmeyen, hepimizin tepesini attıran bi konu var ki gene 359 gün sonra karşımıza çıkacak. Ermeni Soykırımı meselesi. Nisan'ın 24'ündeki Amerika'daki konuşmasında Obama "soykırım" diyecek mi demiyecek mi, milletçe, hop kalktık hop oturduk Abuzittincim. Her sene aynı hikâye.. Bırak desin kardeşim, n'olacaksa da olsun!
Zaten Uruguay'dan Fransa'ya kadar 17 mi 18 mi ülke soykırımı tanımış.. Tanımış da n'olmuş yani. Taa Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşanmış olaylar. Neden bu kadar hassaslaşıyoruz anlam veremiyorum.
Hatırlıyor musun bi zamanlar Patagonyalılar da soykırımı diline dolamıştı da, BM Güvenlik Konseyi seçim öncesi, "bize oy verebilirler düşüncesiyle" üzerine gitmemiştik. Hatta Patagonya Devlet Başkanını Türkiye'ye davet edip Meclis'te bi konuşma yapmasını isterken "Sakın soykırım konusuna değinmeyin" ikazında bulunmuştuk. O da bizlere jest, konuşmasını yer yer Türkçe kelimelerle süslemiş ama o kadar ikazımıza rağmen bi ara "soy.." diyince Meclis ayağa kalkmıştı. Adam "soy.." dedikçe, "kı..rım..."ını da demesin diye sıra kapakları vuruluyor ortalık birbirine giriyordu. Neticede yaka paça kürsüden indirdiydiler. Misafir Başkan daha sonra gazetecilere "soy..a fasulyesi diyecektim bi türlü dedirtmediler" diye dert yanmıştı. Meğer bizden daha çok soya fasulyesi ithal etmek istiyorlarmış. Patagonyalılara baya ayıp olduydu. Gerçi Başkanın ardından bi gemi dolusu soya fasulyesi konservesini hibe diye göndermiştik de onlar da kutularla koca bi kaide yapıp üzerine (Fransızlar gibi) soykırımı anlatan heykel diktiydiler. Diktiler de n'oldu yani?
Münasip yerlerinden öperim Abuzittincim.
Kardeşin Güneş.
tecellister@gmail.com