Ahmet Taner Kışlalı'nın kızı Altınay bir bilim kadınıdır. Yeditepe Üniversitesi'nde.. Geçenlerde buluştuk iki kuzen.. Yemek yiyoruz..
"Hıncal ağbi" dedi, "Sence bizim ailenin en önemli özelliği nedir?.."
"Neden sordun" dedim..
Aile içi bir araştırma yapıyormuş..
M.Ali Ağabey'e sormuş ilk.. Amcası..
"Dürüstlük" demiş, M. Ali Ağabey.. Doğru.. Aile tarihimiz bu konuda efsanelerle doludur..
Necati Dayıma sormuş.. Ailenin bugün yaşayan en büyüğü..
"Kadın-erkek eşitliği.. Kadınların özgürlüğü" demiş, Necati Dayım.. O ayrı efsanedir, başından beri.. Anneannemin kardeşi Resmiye, Ahmet'in annesi Lütfiye cumhuriyetin ilk kadın öğretmenleridir.. Anadolu'nun o zaman köy gibi bir kasabasından büyük şehre okumaya giden, mezun olunca çalışmaya başlayan kadınlar..
Dedem Kilis'in müftüsüydü. Kızı Galiye'yi İstanbul Erenköy Kız Lisesi'ne okumaya gönderen odur. Klasik keman dersleri aldıran da.. 1920'lerin Kilis Müftüsü..
Baba tarafım Çerkes.. Çerkes gelenekleri erkek üstünlüğü üzerinedir.. Anlattım ya daha önce.. Babaannem köy kadınlarıyla otururken, odaya dalarsam, o sırada odada benden büyük bir erkek de yoksa, o anda en büyük erkek ben olduğum için babaannem 6 yaşındaki Hıncal için ayağa kalkardı. Bu yüzden önce gizlice bakardım, başka erkek yoksa girmezdim, utanırdım çünkü..
Ama ailede tüm kararları babaannem verirdi. Egemen oydu.
Ailenin İstanbul kanadındaki kadınlar o adetleri de unutmuşlardı. Halalar tüm özgür, tüm çağdaş kadınlardı..
Ben fazla düşünmedim..
"Aile bağlarımızın sıkılığı ve gücü" dedim.. Bana sorarsan, dürüstlük ve özgürlüğün, bağımsızlık ve eşitliğin kaynağı da o.."
Çocukluktan beri dikkat etmişimdir. Nasıl etmem.. Mutlu bir çocukluk yaşamamın sebebi o.. Aile bağlarının sıcaklığı.. Karşılıklı öyle bir sevgi, öyle bir saygı vardı ki..Ve de öyle bir bağlılık..
O zaman kimse kimseyi ezemez, ezmeyi aklından geçirmezdi zaten.. İki.. Aileyi utandıracak bir şeyi yapan dışlanacağını bilirdi. Öyle bir ayıp da kimsenin aklından geçmezdi.. Ve de herkes herkesi sahiplenirdi. Birimizin evi hepimizin eviydi, birimizin aşı, hepimizin..
Aile dediğim, anne, baba, çocuklar ve torunlar değil.. Kan bağı, ya da evlenme yolu ile kim ucundan kulağından aile ağacına bağlanmışsa, o.. Dev bir aileden söz ediyorum.. Yüzlerce bireyi olan.. Aralarında hiç görmediklerim var. Ama aileyiz işte..
Hatırlarım.. Yıllar yıllar önce.. Erenköy'de oturan Paşa Dayı ailenin en büyüğü.. Ona gittik bayram sabahı.. Ev ana baba günü.. Sonra birlikte çıktık.. Kadıköy'e gitmek için.. Ordan dağılacak herkes.. Tramvaya bindik.. Biletçi geldi.. Babam kâğıt para uzattı biletçiye.. 10 lira.. Bilet 10 kuruş.. Biletçi bir paraya, bir babama baktı, "Kaç tane" dedi.. "Tramvayı say" dedi babam.. Tüm tramvayı doldurmuştu, ailenin küçük bir bölümü..
Yazları köyde toplanırdık. Bir yanda anne tarafım, bir yanda babamınkiler. Yani annemle babam evlenmese hayatta birbirlerini tanımayacak insanlar.. Nasıl yakın, nasıl kardeş gibilerdi, nasıl sahiplenirlerdi birbirlerine anlatmam mümkün değil..
Bu ruhu nasıl yarattık, kim sağladı bilmiyorum.. Artık böyle ailelerin pek kalmadığını, hatta bu bağların artık anne, baba çocuklardan oluşan küçük ailelerde bile çok zayıfladığını görüyorum..
Yemek bitti.. Altınay'la öpüştük.. Hastaneye gittim.. Ameliyatımı yapan Azmi Hoca ile randevum var. Kontroller yapacak..
Onunla da sarılıştık. Sonra laf nasıl oraya geldi bilmem.. Azmi Hoca birden "Hastanede kaldığın sürece aile bağlarınızı görme fırsatı buldum.. Siz ne kadar bağlısınız birbirinize.. Gıpta ettim, hayran oldum" demez mi?..