Yıl 1992. Tansu Çiller ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı. Devlet Planlama ve Hazine'nin üst düzey bürokratlarıyla birlikte ABD'deyiz..Cumhurbaşkanı Turgut Özal da orada..
Çiller'le birlikte çoğunluğu akademisyenlerden oluşan bir grubun yemeğindeyiz..
Yanımda bir tarih profesörü oturuyor.. Türkiye'yi çok iyi tanıyor.. Çok da sevdiğini söylüyor. Babası Robert Kolej'de hocaymış. Çocukluğu İstanbul'da geçmiş.. İlkokula burada başlamış.. Konu dönüp dolaşıp o günlerde tırmanmaya başlayan teröre ve Güneydoğu'ya geliyor.. Benden bir kâğıt istiyor.. Yanımda yemeğin davetiyesi var.. Uzatıyorum.. Arkasına, benim diyen bir Türk'ün bile zor çizeceği güzellikte bir Türkiye haritası çizerek vilayetleri işaretliyor, sonra Güneydoğu ve Doğu sınırlarımızla ilgili olarak görüşlerini harita üzerinde anlatıyor (Türkiye'yle ilgili bilgisi beni o kadar etkilemiş ki, arkası haritalı davetiyeyi hâlâ saklarım).
Sonra konu giderek o günlerin çok geçerli sloganı "Adriyatik'ten Kore'ye kadar sadece Türkçe konuşarak gidebilirsiniz'e geliyor. Konuya masadaki diğerleri de katılıyor.. Koskoca Asya kıtasını "tek dil konuşarak geçmek" tartışılırken söz eski CIA ajanı Graham Fuller'in o günlerde çok popüler olan kitabına geliyor:
Sovyetler Birliği çökmüş.. Orta Asya'da birçok yeni devlet var.. Rusya yeniden güçlenip buralara inmeden önce Amerika bir şekilde Orta Asya'da kontrolü ele almalı..
Nasıl?
Asya'da "Türk" olmak önemli ama tek başına yeterli değil.. Onlar zaten 5 bin yıldır Türkler.. Oysa, neredeyse 100 yıldır yaşayamadıkları büyük bir özlemleri var:
İslamiyet.. İran'a ve Libya'ya benzemeyen, gerçek anlamda demokratik temellere oturan siyasal İslam bu bölgeye egemen olur.. O halde? İran'la yıldızı barışmayan Amerika'nın Türkiye ile ilgili klasik politikası.. Türkiye'de yüzü Batı'ya dönük, demokratik bir İslam Cumhuriyeti kurmak.. Tacikistan dışında hepsi Sünni olan tüm Türki ülkeler için çağdaş bir model oluşturmak, bir önder ülke yaratmak.. Ve bizi, hele o günlerde çoşkuyla bağırlarına basan, işadamlarımıza kapılarını sonuna kadar açan bu ülkeleri Türkiye üzerinden kontrol etmek..
Rusya toparlanmadan önce buralara girebilmek..
İtiraz ettim tabii.. Senaryo iyi planlanmıştı da, bize uymuyordu.. Türkiye'de İslam devleti hayaldi. Atatürk ilkeleri ve laisizm bir çoğumuz için adeta bir ibadetti.
Türkiye'de laikliğin güvencesi güçlü kurumlar vardı. Karşıt fikirler tabii ki olacaktı ama her zaman azınlıkta kalacaklardı.. Bugüne kadar da öyle olmuştu.. Konuşmam bitince, yanımda oturan Türk dostu profesör, hafifçe eğildi:
"Hiç belli olmaz" dedi.. "On sene, on beş sene, belki daha sonra.. Bir gün alternatifsiz kalabilirsiniz.. Bir başka çözüm kalmayabilir.."