Nasıl mutsuzdum evden çıkarken.. Televizyon haberciliğinin nasıl yapıldığını her gece ders verir gibi anlatan Uğur Dündar'ın çarpıcı görüntüler eşliğinde sunduğu haber nasıl keyfimi kaçırmıştı..
Hayatımın en güzel günlerinden birini geçirmiştim, Antalya Akdeniz Üniversitesi'nde.. Nasıl güzel bir kampus, nasıl harika bir üniversite, ne tatlı gençlerdi onlar.. Gıpta etmiştim.. "Genç olsam, aralarına karışsam, burada okusam" demiştim..
O üniversite şimdi elinde sopalar, bıçaklar, hatta tabancalar olanların istilasına uğramıştı. Kanlar dökülmüştü.. Kız öğrenciler yurdu terk edip kaçmaya başlamışlardı..
Üniversiteler, ortaokul, ya da lise değildir. Orada ayrı, aykırı görüşler de olur, tartışmalar da.. Hatta zaman zaman ipin ucu da kaçar.. Gençliğin, delikanlılığın, her şeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğini sanmanın doğal sonuçlarıdır bunlar..
Biz farklı mıydık, 60'larda.. 68'lerde.. 70'lerde.. Sonrasında..
Ama ipin ucu kaçtı mı, hele de araya kirli eller, kirli kafalar, tetikçiler karıştı mı?..
İşte o dünya cenneti Akdeniz Üniversitesi, hele de dünya çapındaki Tıp Fakültesi'yle adını uluslararası alanda hızla duyuran bir mükemmel yuvanın tepesinde kara bulutlar dolaşmaya başlıyordu, böyle..
Gecenin bir yarısı, evimin o çok mutsuz çıktığım kapısında anahtarımı çevirirken, bu defa da benden mutlu insan yoktu dünyada.. Nasıl keyifli, nasıl coşkuluydum.. Aslında eve girmek değil, Alkent'in sokaklarında ıslık çalarak dolaşmak istiyordum.. Komşuların beni deli sanmayacaklarını, ya da "Gecenin bir yarısı bu ne gürültü" diye pencerelere üşüşüp bana sövmeyeceklerini bilsem, yapardım da..
O tatsız, o tuzsuz, o mutsuz Hıncal'ı değiştiren sihirli el, inanmazsınız, gene üniversite, gene gençlerdi..
Akdeniz Üniversitesi kâbusundan sonra, Bilgi Üniversitesi rüyasında bulmuştum kendimi..
Rüya gerçekten.. Gerçek olduğuna inanamıyorum hâlâ.. O kadar hayallerimin üstündeydi yaşadıklarım..
Eğer bu gençler bana gelseler ve "Hıncal Ağabey, bir müzikal sahnelemek istiyoruz. Rent.. Ne dersiniz" deseler, "Düşünmeyin bile" derdim.. "Düşünmeyin bile.." Rent'i çok iyi biliyordum çünkü.. O efsane, o Pulitzer ve Tony ödüllü müzikali New York'ta izlemiştim ilk.. Yıllar sonra da Londra'da.. Büyülenmiştim izlerken hep..
Çok ama çok zor bir Rock Müzikali'ydi..
Puccini'nin ünlü La Bohem'ini New York'un kenar mahallelerinden birine taşıyan oyunun kahramanları bu defa, AIDS'le yaşamaya çalışan gençlerdi.. Sadece yaşadıkları güne sahip olduklarını bilen gençler.. "Başka bugün yok" diyen, olmayan yarınları düşünmeyen gençler..
Eroinmanı, gayi, lezbiyeniyle toplumun dışladığı ne varsa hepsini yaşayanlar..
90'ların New York'unda bile tartışmalar yaratan bir oyunu Türkiye'de, hele de üniversitede sergilemek..
Bu çok önemli bir düşünce aşaması, hatta atlaması gerektiriyordu..
Hadi onu geçtik..
Ya sahneye koymak..
Müzikal dünyanın en zor işidir.
Bir, sesin güzel olacak.. Gitti mi elindeki 10 insan malzemesinden dokuzu, daha açılışta.. Sonra oyunculuğun olacak. Operaya da benzemez müzikal. Birinci sınıf tiyatrocu ister.. Sonra dans edebileceksin. Müzikalin yarısıdır danslar.. Sonra.. Gişe de gerek.. Güzel olacaksın, yakışıklı olacaksın, çekici olacaksın..
Sonra..
İmkânların olacak.. Tüm ışık ve ses tekniklerine sahip, derinliği ve genişliği olan bir sahne. Akustik bir salon..
Müziği çalacak orkestra.. Dansları düzenleyecek uzmanlar. Dekor, kostüm için maddi imkânlar.. Sonra da bunları sahneye koyacak bir yönetmen..
Hele bir de oyunu Türkçe sahnelemeye karar vermişsen, o muhteşem şarkıların havasını bozmayacak Türkçe sözler.. Kim yazacak bunları?..
Zamanında Cüneyt Gökçer, dünya çapında müzikaller yaptı Ankara'da.. My Fair Lady, Kiss Me Kate, Fiddler on The Roof!.. Ama elinde Devlet Tiyatrosu, Operası ve Balesi'nin müthiş imkânları vardı, Amerika'dan yönetmen getirmek dahil..
İstanbul Operası'nın daha sonra yaptıkları ise, lise müsamerelerini geçememişti bir türlü..
Ve şimdi pür amatör gençler, yepyeni bir Üniversite'nin çatısı altında, hem de Rent gibi çok ama çok zor bir oyunu sahne ışıklarına çıkarmaya çalışıyorlardı.
Gençliğin en sevdiğim yanı "Hadlerini bilmemeleri"dir. Hadlerini bilseler, ya da "Haddinizi bilin" diyen, diyecek olan büyüklerini dinleselerdi, bu Rent Mucizesi gerçekleşmez, daha "Acaba" aşamasında rafa kalkardı.
Had tanımayan gençler "Yaparız" dediler ve yaptılar..
Oyunu, inanın New York temsilinden daha sık kestik alkışlarımızla.. Finalde ise, ellerim kızardı, sesim kısıldı.. Sonra koşarak kulise uçtum, gençlerle kucaklaşmak için..
Şimdi de burada alkışlayacağım..
Ömer Vatanartıran .. Anında alır Broadway'e taşırım.. Yıldızı sönmüş rockçı.. Eski eroinman, yeni AIDS'li Roger'daki performansı olağanüstü.. Gönlümdeki tüm ödüller onun..
Göktuğ Sarı .. İşte dünyanın her yerinde oynayabilecek bir yetenek daha.. AIDS'li travesti Angel'deki başarısı ona da bir Tony getirirdi herhalde..
Pelin Akil ve Gökşen Ateş .. Lezbiyen âşıkları canlandıran ikili.. İki doğuştan müzikal oyuncusu.. Güzeller, seksiler, çekiciler.. Sesleri, performansları harika.. Hele de o ünlü Take me or leave me/ Sev beni, ya da sevme düetinde doruktalar.. Oyunculukları da dorukta.. Bu kadar mı inandırıcı oynanır?.
Özgecan Okay .. Harika bir Mimi.. Light my candle/ Mumumu yak şarkısı bu kadar mı güzel söylenir?..
Aytar Kakınç.. Can Balaban.. Deniz Güngören .. Eğer bu gençler amatörse, profesyonel nasıl olunur, bilmek isterim.. Hepsi müthiş yetenekler..
..Ve de sıra geldi, Tagore'a tabii..
Aleve aydınlığı için teşekkür ederken, gölgede durarak lambayı tutanları unutmamak gerek..
Candaş Baş .. O müthiş dansları hazırlayan koreograf.. La Vie Boheme sahnesi muhteşemdi..
Uygur Vural .. Tamamı öğrenci gençlere Rent müziğini baştan sona böylesi çaldırıp, playbacki hazırlamak her babayiğitin harcı değil..
..Ve de Bora Severcan .. Jonathan Larson'un bu müthiş müzikalini Türkçeye çeviren, uygulayan ve altı aydan beri ekibi hazırlayan yönetmen.. Dahi çocuk bana sorarsanız.. Hem yüreği, hem yetenekleriyle..
10 yıl önce Bilgi'de kurmuşlar, Tiyatro Candela'yı Ömer'le ayni sınıfta İşletme okurken.. Okul bitmiş, ama sevgileri ve heyecanları bitmediği için Cangela'yı sürdürmüşler, Bilgi bünyesinde, yeni öğrencilerle..
Sonunda ortaya çıkan bu Rent işte..
Tabii, iki sevgili dostum, Bilgi Üniversitesi kurucusu, atv kurulurken sevgili Ercan Arıklı'nın yardımcısı Oğuz Özerden ve o hâlâ unutamadığım Kiziroğlu Mustafa Bey efsanesini yeniden yaşatan Dönüşüm vokal gurubunun davudi sesi, öğrenci dekanı Halit Kakınç .. Okulun tüm imkânlarıyla gençlerin arkasında duran yöneticiler..
Oğuz'la yan yana seyrettik oyunu.. Bittiğinde sarıldım, kucakladım, öptüm ve dedim ki ona..
"Üniversiten artık başka hiçbir şey yapmasa, gam çekme.. Bu Rent yeter ve değer her şeye.."
Sonra dedim ki..
"Bu oyunu üniversite kampusünden çıkar.. Lütfi Kırdar mı olur, başkası mı?.. Türker İnanoğlu'na git.. TİM'i iste, benden de selam sarkıtıp, mesela.. Bir büyük ve imkânları geniş bir salonda bir gala için bile olsa, halka açılın.. Üniversiteni de, gençlerini de herkes görsün duysun.."
..Ve de sizler için sevgili okurlar.. Ve de özellikle Rock müziğine meraklı gençler.. Rock'ın bu en güzel müzikalini hem de ücretsiz, hem de serbestçe izleyebilirsiniz..
18-19-30 Nisan geceleri Bilgi kampusünde.. 20 Nisan'da da matine var. Herkese açık. Tekrar ediyorum, giriş serbest. Not edin hemen..
Rent, ayrıca 23 Nisan'da İTÜ, 24 Nisan'da da Koç Üniversitesi kampusünde olacak.
Bilgi isterseniz..
Bir telefon.. 444 0 428!. Ya da bir tık.. www.bilgi.edu.tr