Fenerbahçe-Galatasaray basket maçı Türk spor medyasının zavallı halini bir kez daha ortaya koydu. Kutsal ittifak medyasının varlığı bir kez daha kanıtlanırken, basketbolü anlayan ve yazan muhabir ve yorumcunun olmadığı da ortaya çıktı.
Şimdi bakın..
Fener-Galatasaray maçı saat 19.00'da.. "Basket yayınları için 10 milyon dolar ödeyen NTV bu paranın yarısını bu maç için vermişti" deseniz, kimse şaşırmaz.
Ama son dakikada NTV'ye haber geliyor, Basket Başkanı Turgay Demirel'den..
"Maçı 21.00'e aldık!.."
Bre aman.. O saatte milli maç naklen yayını var. Baskete kim bakar?.. Kaldı ki, NTV programları oyuncak değil. O saat dolu, kaydırma mümkün değil..
"Valla ister yayınlayın, ister yayınlamayın maç 21.00'de.."
Niye?..
Çünkü
Aziz Yıldırım nam imparator, Turgay Demirel'i açıp emir veriyor. "Maçı 21.00'e al. Çünkü ben 19.00'da Fener'in voleybol maçı var, onu seyredip geleceğim."
"Emriniz olur Başkanım" diyor, Galatasaray basketbol kaptanlığından federasyonun başına gelen, aileden Galatasaraylı, Ali Uras'ın yeğeni Turgay..
Diyor çünkü iplerinin kimin elinde olduğunu biliyor. Aziz'i kızdırırsa, orda bir gün kalamaz. Haluk Ulusoy'dan beter olur..
Türkiye'nin ve dünyanın her yerinden izlenen NTV, maçı yayın programına alamaz ve son yılların en heyecanlı, nefes kesen Fener-Galatasaray maçı, Türkiye'de bile seyircinin yüzde 90'ının henüz ulaşmadığı, deneme yayını yapan, yeni NTV Spor kanalına konur.
Şimdi bu haber değil mi?. Hatta birinci sayfadan manşetlik haber değil mi?.
Bu ülkede bir tek gazeteci maç saatinin niye ileri alındığını, neden milli maç yayınının üzerine konduğunu merak etmez mi?.
Eder tabii.. Öğrenir de.. Ama yazmaz.. Yazamaz.. Çünkü Aziz'e bulaşırsa, işi tehlikeye girebilir..
Yani.. Bu ülkede spor yazarlığı bitmiştir.
Peki basketbol yazarlığı..
Milli maç bitince döndüm. Son dakikaları seyrettim.. Bitime 18 saniye kala, skor Mirsad'ın ribauntu ile 66-66 oldu ve Galatasaray mola aldı. Basketbol için asır denen bu 18 saniyede topun nasıl kullanılması gerektiğini anlatacaktı koç. Garanti baskete gidecek bir oyun mu, yoksa içeriyi forse ederek faulü zorlamak, yapılmazsa turnikeyi atmak mı?. İçerde uzuna geçirip, gene basketi kolay yakalamak, ya da faule zorlamak mı?.. Her neyse?. Bin şey olabilirdi. Mola bitti, oyun başladı ve Galatasaray'ın bu "Altın" topu nasıl aptalca kullandığını hayret ve dehşetle izledim. Dışarda anlamsız top dolaştırdılar, aptalca, gerzekçe.. Saniyeleri erittiler. Sonra da bir saniye kaldığını görüp zorlama, rakip yakın markajlı baskısı altında forse edilmiş, isabet ihtimali kalmamış en kötü uzak şutu dağlata taşlara attılar ve avuçlarına konan maçı Fener'e hediye ettiler.
Ertesi gün tüm gazeteleri satır satır okudum. Bu son 18 saniye sanki hiç yoktu, benim basket yazarlarıma göre, Sevgili Ahmet Kurt?.. Mirsad'ın ribauntu ile maçı uzatmaya götüren Fener kazanmıştı. Öyle yazmıştı hepsi..
Bu mu şimdi, herkesin anladığı, ama Hıncal'ın bilmediği basketbol?.
Hadi canım sen de!..