EKRANIN başında nasıl küçüldüm.. Nasıl utandım.. Bana "Hele sonunu bekle" diyen okurlarım ne kadar haklıymış meğer..
Sema Çelebi, Tuğba Ekinci'yi nasıl ufaladı, ezdi, sildi süpürdü.. O dik başlı, o "Onurun, gururun, kendine güvenin simgesi" dediğim genç kız, nasıl sus pus olup, öylesine dinledi, kabullendi, tüm aşağılamaları..
Ya, pek çoklarının dediği gibi "Oyun bitmişti!." Tuğba'nın gerçek yüzü ortaya çıkmıştı.
Ya da, Tuğba, Sema'nın açtığı o anlamı çok ayıp, gerekçesi de çok palavra üç kuruşluk tazminat davasından korkup, tükürdüğü her şeyi yalama pahasına, yelkenleri suya indirmiş, dik duran başını eğmiş, boyun kırmış, gurur ve onurunu unutmuştu. Kendisi ile birlikte beni ve onu bayrak yapanları da yaraladığını düşünmeden..
Genç kızların başlarını dik tutma haklarını savunmaya devam edeceğim. Ama artık Tuğba'yı değil!..
Özür dilerim!.
***
Bu arada.. Fikirlerimiz binde bir uyuşur ama yazılarını (Romanını da) büyük bir lezzetle okuduğum Perihan Mağden'in Radikal'e dönüşüne nasıl sevindiğimi yazmaya hazırlanırken, Pazar günü "Buz Mahallesi Sakinleri" başlıklı yazısını okudum.
Yahu, insan analizleri bu kadar mı güzel, bu kadar mı çarpıcı, bu kadar mı keyifli yapılır.. Bence Perihan haftada bir "Portreler" yazmalı.. Bu yazıyı internet, minternet, (Google'a girip "Buz Mahallesi Sakinleri" yazın mesela) bir yerlerden bulup okuyun mutlak..
Aramıza hoş geldin yeniden, sadece yazılarından tanıdığım Sevgili Meslekdaş!..