Londra'da Grosvenor House'a yerleştik. Kentin efsane otellerinden biri.. Grosvenor dükünün malikânesiymiş, iki yüzyıl önce.. Dük fevkalade sanat meraklısı olduğu için, müthiş bir koleksiyonu var, resim, heykel ve antika üzerine.. Londra'nın bugün oteller yöresi Park Lane'deki ilk otel o.. A'sından Z'sine "Ben Londra'yım" diye bağırıyor.. Biraz fazla bağırıyor yalnız.. Otelde geniş bir yenileme çalışması sürüyor.. Biraz gürültü var, sabah saatlerinde.. Gece ne kadar geç yatarsanız yatın, bu gürültü sizi kahvaltıya yetiştiriyor.. Ama değiyor.. Harika kahvaltısı Grosvenor'un..
Hemen oraya yakın.. Ver elini Sofra Mayfair!.. Hüseyin'in Amiral gemisi.. İlk dükkânı.. Benim de ilk göz ağrım.. Ayağımın tozu ile tiyatroya gideceğim ya.. Önce bir sıcak çorba iyi olur.. Yemek oyundan sonra.. Bayılıyorum bu anglo sakson adetlerine.. Londra ve New York'ta tiyatro en geç sekizde başlar ki, bittikten sonra, bir kafe ya da restoranda sohbet edecek, oyunun havasını sürdürecek vaktiniz olsun. Eviniz uzaklarda ise, uykuya geç kalmaz, ertesi sabah işe esneyerek gitmezsiniz..
İlk gecenin oyunu Cabaret!.. Liza Minelli'nin ve de Joel Grey'in efsane yaptığı müzikal.. Sahnede hiç seyretmemiştim, filmine 10 kez falan gitmişken.. Londra'daki en sevgili arkadaşım Burcu biletleri almış.. Lyrics Tiyatrosu önünde buluştuk.. Öyle son dakikada bilet kolay değil Londra'da.. Sound of Music'e, en yakın mayısta yer var.. Bu yüzden biraz tepeden seyrettik Cabaret'yi..
Savaş öncesi yıllarının Berlin'ini anlatıyor öykü.. Oradaki dejenere olmuş (Hele o zaman için) yaşamı.. Hitler'in bu kadar hızlı yol almasında bu yaşama tepkiler de var mı diye düşünüyor insan..
Tam 40 yıl önce New York'ta sahneye konmuş ve zaferler kazanmış, ardından film olarak dünyayı fethetmiş bir oyunu, hem de Londra'da yeniden sergilemek büyük bir cesaret işi.. Mukayese ister istemez olacak.. Böylesi tarihe mal olmuş zaferlerle mukayese ne demek?..
Dahi yönetmen Rufus Norris'de bu yürek var işte.. Öylesi çarpıcı bir yorum yapmış ki müzikale..
Berlin'deki toplumsal çöküşü, dejenerasyonu öylesi çarpıcı sahnelerle anlatmış ki..
Sahnede gördüklerinizle, ne bileyim Amsterdam Kanal mahallesindeki bir seks tiyatrosundaki canlı şovlar arasında çok ince bir çizgi var.. Çırılçıplak erkekler, kadınlar.. Lezbiyen, gay ilişkiler.. Üçlü, hatta dörtlü sevişmeler..
Bu sahneleri oyunun içine öylesi bir incelikle yerleştirmiş ki Norris, öylesine zarif, öylesine işlevli başarmış ki bu işi, irkilmiyor, şaşırmıyor, öylesi rahat, öylesi keyifle izliyorsunuz..
Müzikler zaten efsane, söylemeğe gerek yok.. Birbirinden güzel şarkıların bitmesini istemiyorsunuz.. Willkommen.. Mein Herr.. Tomorrow Belongs to Me.. Money Money.. Cabaret..
En unutulmaz şarkıları genç Anna Maxwell Martin (Sally Bowles) Liza'nın gölgesinde kalmadan söylüyor ve oynuyor.. Joel Grey'in rolünü oynayan sunucuda James Dreyfus da muhteşem..
Tiyatro Çin Mahallesi'nin hemen orda.. Oyundan sonar Burcu "Hadi" diyince, enfes bir Çin mutfağı ile kapadık geceyi..
Devam edeceğiz tabii.. Cumaya..