ABUZİTTİNCİĞİM,
İnşallah futbolcularımız Almanya'daki finallere gidecek ama ben görebilir miyim, kestiremiyorum.. Çünkü ekran başında kalpten gitme riskim, bizim takımın Almanya ya gitme ihtimalinden kat kat fazla kardeşim..
Neydi o Çarşamba geceki maç.. Alfred Hitchcock filmi seyreder gibi, 90 dakika yüreğimiz ağzımızda! Neyse ki sonu iyi bitti.
Maçları anlatan genç spiker arkadaşların (milli karşılaşma da olsa) tarafsız olmaları gerekir gibi acayip bi inanca sahibim Abuzittinciğim.. Bu şekilde, biz seyirciler de, olaylara (yalnız futbol değil her çeşit, siyasi gayrı siyasi olaya) objektif bakabilme yeteneğini kazanabilirmişiz gibime geliyor. Bu bizde milletçe eksik olan özellik. Bunu yapabilsek, spor yayınlarının salt gösteri, eğlence değil, eğitici olması da sağlanabilir.
Şimdi bu Arnavutluk maçında, 67' inci dakikada Tümer fevkalade şık bi çalımla rakibini ekarte ettikten sonra, kaleciyle karşı karşıya kaldı. O ne.. Berbat bi vuruş "Uluslar arası uzay istasyonu" istikametinde havalanan bi top! Düzgün vursa skor belki 20 olacak, geri kalan dakikalarda ecel terleri dökmeyeceğiz.. Biz oturduğumuz yerde saçımızı başımızı yolarken spikerden bi laf "..olsun, ayağına sağlık!"
Hiç gereği olmayan bi yağcılık! Ne Tümer'in, ne Milli takımın böyle bi yağcılığa ihtiyacı var.. İhtiyacımız olan olaylara objektif bakabilmek. Bizim artık bu çağda böyle bi kültür devrimine ihtiyacımız var.
Neyse, yendik.. Kuş gribini de yeneceğiz inşallah..Yalnız, bu hindilerin mindilerin, Almanların Yahudilere yaptığı gibi gaz odalarına doldurulup doldurulup öldürülmelerine ne diyorsun Abuzittinciğim?
Bilader bunlar grip değil mi? Önce bi sıcak ıhlamur içirtin. Hatta adaçayı, iki kaşık balla karıştırıp.. Sonra kalın bi battaniye.. Ter bastımıydı da sok ötelerine berilerine havluları, teri emsin. Belki hayvancıklar kendilerine gelirler.. Şart mı hemen gaz odasına tıkmak yani?
Bu işin şaka tarafı kardeşim, ciddi tarafına gelince, milletçe kafayı kuş gribine takmışken ortada dolaşan zatürree virüsünden kimsenin haberi yok! Virüs beni buldu. Ankara'daki Gazi hastanesine gittim. O büyük Gazi Hastanesi değil. Küçük olanı.. Eski, Demiryolları hastanesi. Hemşireler doktorlar, polikliniklerdeki o izdihama rağmen, güleryüzle herkese yetişmeye çalışıyorlar.. ve gariptir yetişiyorlar da.. Zart zurt yok! Hep sevecenler.. Demek ki böyle devlet hastaneleri de varmış.
Uzatmim, Başhekim Mücahit Pehlivan, bi kafa kol, beni yatağa yapıştırdı.. Dört gün sıkı bi antibiyotik tedavisi.. Tabii, koca iğneyi dayıyorlar. Bop Hope'nin deyişiyle süs havuzu fıskiyesine dönüyorsun.. Hatta tedavi uzarsa Gençlik Parkının havuzunda da iş görebilirsin. Ama, fıskiye mıskiye, sonuçta, dört günde tamir edip gönderiyorlar.
Diyeceğim, kuş gribi tamam da, zatürree virüsüne de duyarlı olmalı.. Baktın aniden ateşin çıktı, üç dört gün 38-39.. Kuru öksürük de var.. Hemen hastaneye! İşte böyle Abuzittinciğim.. Bu arada Attila İlhan'ı da kaybettik. Gazeteciler sokaktaki adama soruyorlar "Attila İlhan'ı bilir misiniz?".. "Evet bilirim" diyor adam.."Çolpan İlhan'ın abi'sidir! " Neyse önemi değil (!).. Arnavutluğu yendik mi, yendik. Gerisini boşver..
Münasip yerlerinden öperim kardeşim.
Güneş.