"Şimdi sen kalkıp gidiyorsun.
Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin"
deyince loş karanlıktaki ses, ben daha başlarken bittim, daha başlarken daldım gittim zaten..
Sahne bir teras.. Masada bir kadın.. Ötede yüksekliğin başında bir erkek ayakta. Önde teras duvarında bir başka erkek daha uzun oturmuş.. Önlerinde kadehler.. Sigaralar.. Yanda bir piyano.. Başında bir piyanist.. Yanında iki şarkıcı.. Hepsi sliuet gibi..
Cemal Süreya gecesindeyiz İş Sanat'ta.. Atila ve Mehmet Birkiye, Serdar Yalçın'la bir araya gelip, harika "Şair" geceleri düzenliyorlar.. Duyunca koşup gidiyorum.. Serdar çalıyor.. Bu gece operamızdan, Folklorama'dan Hüseyin ve Özlem söylüyorlar, dünyanın en güzel aşk şarkılarını.. Hani damardan.. Metin, Hakan ve Tilbe de Cemal Süreya'yı okuyorlar..
Cemal Süreya aşkı, cinselliği, erotizmi ve sevgiyi en çarpıcı, en duygulu yazanlardan..
Gözlerini de alıp giden geliyor, gözlerimin önüne karanlıkta.. Gözleri geliyor.. Işıl ışıl..
Gidince bitmiyor ki iş.. Gidince sevmek bitmiyor ki.. Belki asıl o zaman başlıyor..
Yaşananları taşımak kolay.. Anılar zor.. Yok canım.. İlle de büyük anılara gerek yok, hatırlamak için.. Çamların altındaki buseler falan değil.. Öyle basit, öyle küçük şeyleri hatırlıyorsunuz ki.. Hatırlatıyor ki onu..
Bir gece yarısı eve gelmişiz. Dışarısı karlı.. Dışarısı buz gibi.. Apartman kapısından giriyoruz. Saniye sonra sıcacık yuvamızda olacağız. Kapımızın kilidine anahtarı sokmak yerine asansöre koşuyorum.. Çağrı düğmesine basmamı şaşkınlıkla izliyor.. Mana veremiyor.. "Şaşırdın mı" diyor..
Bir zamanlar sekizinci katta oturmuştum. Soğuk gecelerde eve geldiğimde, üst katta duran asansörün gelmesini beklemek, asır gibi gelirdi bana..
"Bizden sonra gelen olursa, o da çabuk kavuşsun evine" dedim, dönüp anahtarı deliğe sokarken.. Sarıldı boynuma.. "Alem adamsın" dedi yanağıma dudaklarını değdirirken..
"Seni biraz da bunun için seviyorum.." Apartman kapısından her girişte.. Tam karşıda duran asansörün gene altıncı katta durduğunu gördüğümde..
Yani her gece eve girerken.. Yanaklarımda o sıcak nefes dolaşıyor sanki..
Sevmek hem de nasıl, hatırlamaktır!..
Hatırlamak beklemeyi getirir ardından..
Bitmiştir.. Bittiğini bilirsiniz.. Dönmeyeceğini de.. Gözlerini alıp gitmiştir o.. Ama beklersiniz.. Kapının zilinin çalmasını beklersiniz.. Çalan telefonun ardından, cevap makinesinden onun sesini beklersiniz.. "Aloo.. Orda kimse var mı?." Orda kimse hep var.. Ama artık soran yoktur..
..ve de o kahrolası cep telefonu.. Eve gelirsiniz.. Mesaj işareti yanar ekranında. Sarı bir zarf.. "Ondan mı?.."
O umut var ya.. O imkansıza dahi umutlanmak .. İnsanı ayakta tutan, yaşatan umut.. Sizi durmadan beklemeye mahkum eden umut..
Lanet.. Bir reklam mesajıdır gelen.. Telefonu şömineye fırlatmak gelir içinizden.. Fırlatmazsınız.. Ertesi günü beklersiniz..
Sevmek hem de nasıl, beklemektir..
..Ve beklenti acı getirir.. Günler, haftalar, aylar boyu beklemek acı getirir.. Hele boşu boşuna beklediğini bile bile bekledin mi, acı derinden vurur yüreğini..
İnsan mutluyken herşeyi ve herkesi sever. Ya da sevdiğini sanır.. Mutluluk içinde sınanması mümkün değildir sevginin.. Ölçülmesi hele mümkün değildir.. Asıl mutsuzken, asıl yanında yokken, asıl bırakıp, gözlerini de alıp gitmişken anlarsınız ne kadar sevdiğinizi.. Acının yoğunluğu, sevginin ölçüsü olur..
Sevmek hem de nasıl, acı çekmektir..
Cemal Süreya'nın dizelerini Tilbe okuyordu kendime geldiğimde..
"Kim istemez mutlu olmayı
Mutsuzluğa da var mısın?"
"Varım be" dedim.. "Varım.. Beni mi korkutacaksın.."
Mutsuzluk olmasa, insan mutluluğu bilebilir miydi?..
Sevmek hem de nasıl, mutsuz olmaktır!..