LONDRA'YA meğerse Paskalya tatilinde gitmeli imiş insan.. Aynen Kurban Bayramı'ndaki İstanbul gibi.. Kent nerdeyse boş. Trafik rahat.. Otopark sorunu yok.. Dükkânlar loş.. Kasa önlerinde kuyrukta sıra beklemek yok.. Öyle keyifliydi ki..
Tabii program da keyifliydi. Muhteşem Türkler Sergisi.. İki harika müzikal.. Birini anlattım, Abba.. Öteki Mel Brooks'un bu yılın olayı Producers/Yapımcılar müzikali.. Müzikal yapımcılarını hicveden bir müzikal, iyi mi?.. Zaten iyi sinema seyircileri bilirler.. Mel Brooks demek, hiciv demek. Harika bir komedi idi. Gülmekten öldük.
Bir neşeli yemek.. Princess Garden'da.. Çin Lokantası deyince, Paris'te Diep ve Ton Yen, Londra'da bu.. Üstlerine tanımam. Bu defa biraz gerilemişler gibi geldi bana.. Listemde birdi.. Üçe düştü.. Ama gene de çok iyiydi, Londra'ya veda gecemiz..
..Ve de Hüseyin'in kahvaltıları.. Hüseyin'in hayatta en iyi yaptığı iş kahvaltı hazırlamaktır, ama bu yanını benim gibi çok yakını birkaç kişiden fazlası bilmez.. "Özer'de pazarları brunch yap hiç değilse" diye başının etini yedim yıllardır, ama başaramadım.. O müşteriler değil, dostları için tezgâh ve ocak başına geçiyor sadece..
Hüseyin Özer usulü yumurta harikaydı. Bu defa Çökelek söğürme diye bir şey çıkarmış.. "Elde kalmış, eskimiş peynirleri kullanma metodu" diye de çok mütevazi anlatmaz mı, Serpil, Fethi ve ben parmaklarımızı yerken..
Londra'yı ben gerçekten Hüseyin sayesinde sevmeye başladım. Beni gezdiren, kentin özellikle "Yeşil" üzerine güzelliklerini bana tanıtan o.. Eskiden bir türlü bulamadığım tiyatro biletlerini temin eden de o..
Beni, hâlâ ve umutsuz pis, dünyanın en geniş kül tablası Oxford Caddesi kalabalık ve kirliliğinden kurtaran o..
Teşekkürler Hüseyin..
.............
Benim Londra notlarım bu kadar.. Haftaya Serpil'inkiler başlayacak.. O bana sorarsanız anlatılması mümkün olmayan Türkler sergisini, Serpil yazacak sizlere.. Elinde öyle malzeme var, dersini öyle çalışıyor ki, birkaç gün sürer herhalde. Sürmeli de.. Değer!..