Zır zır ağlamaktan yazamıyorum. Bu Sevgi'nin son yazısı. Üzüntüden değil ağlamam. Kendime ilk defa 'aferin' verdim. İnsan kaptırmış yaşarken, fark edemiyor iyi şeyleri. Hep üzüntülerde takılıyor gözü.
Yaklaşık iki sene önce yazmaya başlamıştım. Bir gece Hıncal Uluç'la karşılaştım. "Gönder bakalım ne işsin" dedi. Okudu, "Olmadı, baştan" dedi. Umutsuzluk mu o da ne? Olacak!
...Beğendi.. Birilerine vermiş yazılarımı.. Söylediğine göre okumamışlar bile. Zırt Pırt da Hıncal Uluç aranmaz ki. Bir sene arayamadım. Ama yazmaya devam. Ancak insanın inancı kadar, başkasının da ona inanması önemli. Hatta çok önemli.
Daraltan, sıkan, fazla süslü, içinde kalırsam kendimi asla ifade edemeyeceğim bir hayatın tam göbeğindeydim. Kıl bir koca ve zoraki bir iş sonraki adımdı. Kabak tadı gitmiyordu ağzımdan.
Hayatımızdan biz sorumluysak eğer, asılacağız çare yok.
Ocak ayında "Cesur Yürek" kıvamında aradım Yasemin Abla'yı. Sesi de pek otoriter. Gözlüklü, soğuk bir kadın galiba (tam tersi lokummuş meğer) "Ertekin'in Yeri'nde yakala."
Hıncalım'a anlattım derdimi. "Yepyeni yazılar yaz, beğenirsem bu defa ben, cumartesileri köşeme koyarım" dedi. Ana!
Yazı teslim. Bir hafta, iki hafta yayınlanmıyor. Açıp sormaya da çekiniyorum işte. Kimse bilmiyor ne işler çevirdiğimi. Zaten aile desteği istemem. Bu benim, sadece benim başarım olacak.
Param yok, işim yok, bana inanan yok. Ama çare bulunacak biliyorum. Yani bazen çok korkuyorum tabii (hem ne biçim).
24 Ocak Cumartesi.... Koştum açtım Sabah'ı... Kal geldi bedene.
"Sevgi diye biri.. SEVGİ diye biri yok.. Ama Sevgi'nin Günlüğü var.. O çok ünlü bir babanın, bir zamanlar baba kadar ünlü bir annenin dünyalar şekeri kızı.. Yazdıklarını bana getirdi.. Baktım.. Bayıldım..
Ve altında yazım. Sevinçten delirdim. Hemen Hıncal'ı aradım. Gevrek gevrek gülüyor. Tabii her zamanki gibi şımarmamam adına uzatmadı. "Hadi bakalım daha iyi yaz."
Annemleri aradım "Bakın Sevgi kimmiş?"
Bir şey becermenin sersem gururu işte. Zıpır, heyecanlı, talepkâr halimle beni yola getirdi ustam. Az da zılgıt yemedim hani. "Kimseye laf atma", "Büyümüş de küçülmüş olma", "Eve tıkılma", "Gazeteci okur, araştırır, yaşar", "Üç bin vuruşu geçme", "Ahkâm kesme.. Yaşını yaşa.. Yaşını anlat."
Bu arada Aktüel maceram başladığı gibi bitti.. Peşine başka dergilerle görüşmelerim falan. Devamlı hadise yaratıyorum. Ama durduk yere haa (tabii tabii). Beni bir seven pişman, bir de sevmeyen.
İki ay önce Şengül Balıksırtı soktu elini taşın altına. Sevgi iyi de, bakalım Ayşe ne ayak?. Bana güvenen ikinci insandır Şengül Abla. Çok motive etti. Teşekkür ederim.
Derken iki hafta önce Günaydın'da köşe verdiler. "Ayşe Hayatın İçinde."
Geçen gün Perihan Mağden foyamı çıkarttı "Bu Sevgi ile Ayşe Özyılmazel aynı değil mi?"
Peşine dün sabah Hıncalım "Artık kendi köşen var, Hıncal'ın Yeri'ni istila etmeyi bırak" buyurdu. Ayan beyan kovulduk yani.
Rahat yazmam için takmıştı Sevgi adını. "Şimdi mezuniyet zamanı" dedi ustam. Hadi yine üç bin vuruşu geçtik. Fırçayı yemeyelim. Diyeceğim şu ki.. Sevgi tamam.. Ayşe sizleri sizleri Günaydın'da bekliyor.
Hıncalım seni tek geçerim.
Teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler... e-mail:ayseoz@sabah.com.tr