"SON zamanlarda tatil için Ankara'dan İstanbul'a gelmek, yurtdışına gitmek kadar heyecanlı.. Tadına doyum olmayan bir tezatlar şehri, İstanbul.. Her köşede farklı bir sürprizin sizi beklediğini düşünerek yürümenin keyfi inanılmaz.. Doğu'yla Batı, geçmişle gelecek, güzelle çirkin, lüksle sefalet, uygarlıkla bağnazlık, temizlikle pislik, mutlulukla mutsuzsuzluk.. Başka nerede böylesine yaşanır" dedi Serpil Gogen.. "Deme, yaz" dedim.. Ankaralı, İstanbul'u yazdı..
***
Geçen hafta Taksim'de, Cartoon Otel'deydik..Avrupa'daki benzerleri gibi, bir butik otelde tatil geçirmek isteyenler için biçilmiş kaftan.. Odalarının büyük bir bölümü yenilenmiş.. Tertemiz.. Fiyatlar uygun.. Roof'ta öğle ve akşam yemekleri için Hüseyin Özer'in ünlü Sofra Restoran'ı, zeminde ise, nefis bir kahvaltı salonu var.. Tereyağlı sahanda yumurta özellikle denenmeye değer.. Otel dışında mı yemek istiyorsunuz? Günün her saatinde Marmara Cafe, her öğün kapısında kuyruk olan Hacı Baba iki adım ötede.. Sonra ver elini Beyoğlu.. İsterseniz Rejans'ta, Lebon'da, ya da Markiz'de yiyin.. Saray Muhallebicisi'ni unutmayın. Sonra başlayın yürümeye.. Caddede her gün yürüyenlerin bile fark ettiği hızlı değişim, dışarıdan gelenler için öyle çarpıcı ki! O güzelim mimari ilan ve tabela kirliliğinden neredeyse kurtulmuş.. Vitrinler derli toplu.. Şık.. Vakko ve Mudo iftihar vesilesi.. Hele yeni yıl hediyelerini seçerken.. Yol boyunca, mağazaların önünde canlı sıklamenler.. Sadece görüntüsü değil, sesi de farklılaşmış, Beyoğlu'nun.. Taksim'den Tünel'e biri gece yarısı, biri de sabah olmak üzere iki kez yürüdük.. Kulaklarıma inanamadım. Cadde vals yapıyor, tango yapıyor.. Düne kadar hemen her mağazanın hoparlöründen bangır bangır çevreyi ayağa kaldıran arabesk müzik susmuş.. Yeni yılda "yok sattığı" söylenen bir disk , St.Petersbourg'lu bir orkestranın nağmeleri sizi sararak eskilere götürüyor.. O kadar inanılmaz ki, müziği cep telefonumdan Ankara'daki bir arkadaşıma dinlettim yol boyunca.. İnanamadı, buranın Beyoğlu olduğuna.. Öncelikle, kitapçılar bu harika değişimin mimarları.. Kapıları ardına kadar açık.. Hoparlörlerinden enfes bir yayın yapıyorlar.. Öyle güzel yapıyorlar ki, ses kirliliği olmuyor.. O mağazadan bu mağazaya ayni müzik devam ediyor.. Beyoğlu'nun nostaljik sesi, adeta.. İki nokta hariç.. Birinden Histoire d'une Amour, diğerinden Borodin-Orta Asya Stepleri duyuluyordu. İnanabiliyor musunuz? Sonra kafeler.. Ama tüm okuduklarıma, izlediklerime rağmen, kapısını açıp Markiz'e girmeye cesaret edemedim.. "Ya farklıysa" düşüncesi beni ürküttü, galiba.. Her zamanki gibi dergilerimi alıp Lebon'da oturdum, kahvemi içtim.. Markiz'i, pırıl pırıl kristallerini, gireni çıkanı, pasajı seyrettim.. (Yarın: Markiz ve Nişantaşı)