Birinci manzara.. Amerika'da bir yer.. Polis kelepçe takmak istiyor. Adam direniyor. Polis direnen adamı copla dövmeye başlıyor.. Öldüresiye.. Gerçekten de ölüyor adam. Fazlası ile şişman. Rahatsızlıkları var. Dayak ölümcül gelişmeleri ateşliyor. Gördüğüm sahnelerde polisin nasıl acımasız copladığı görülüyor. Görüntüler polisin imajını fena halde yaralıyor. İkinci manzara.. Türkiye'de bir yer. Polis gözaltına almak istiyor. Adam direniyor. Adama elimi dokundurmaktan korkan polis tabancasını çekiyor. Adamın umurunda değil. Polis havaya uyarı ateşi açıyor. Adamın gene umurunda değil. Görüntüler polisin imajını fena halde yaralıyor. Şimdi bu iki manzaraya bir bakalım.. Düşünelim.. Bu ikisinin bir ortası yok mu?. Vur deyince öldüren, dehşet uyandıran, tepki, hatta nefret yaratan bir polis.. Öte yanda elinde silahına rağmen ciddiye alınmayan bir başka polis.. Bu ikisi arasında tercih yapmak zorunda mıyız?. Polis sayılmalı, polis sevilmeli.. Ama polisten çekinilmeli. Polisten korkulmalı.. Amerika'da insanlar polisten gerçekten fena halde çekinir, korkarlar.. "Freeze" dedi mi polis, adam gerçekten "Donar.." Kılını kıpırdattığı zaman kurşunu yiyeceğini bilir. Türkiye'de polis komik durumdadır.. Tabanca çekse, hatta havaya ateş etse kimse umursamaz. Çünkü Türkiye'de yasalar, masum vatandaşların ve onları koruyan polisin değil, hırsızın, katilin, soyguncu ve kapkaççının yanındadır. Türkiye'de insan haklarını bu ülkenin demokrat entelleri "Suçlu Hakları" olarak yorumlar ve sadece suçluların hakları için savaşırlar. Yasalar polisin elini kolunu bağlamıştır. Yasalar polisin hayatı pahasına yakaladıklarını "Tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakılması" esası üzerine hazırlanmıştır. Ama ayni yasalar dükkanına giren soyguncuyu vuran kuyumcuyu anında tutuklama emri verir.
***
İki manzara daha var TV'lerde.. Unutulmaz. Unutulmamalı.. Bizim polis müdürlerinin yaptığı gibi geçiştirilmemeli.. Bu ülke pisliğini örten kedi esası var sanki. Her yer öyle.. Arka arkaya iki polis, iki genç polis, okuldan fevkalade idealist olarak çıkıp, kaşarlarla birlikte göreve başlayan iki polis "Çıldırıyor" larsa eğer, o zaman ortada örtülecek bir pislik değil, deşilecek bir yara var demektir. Savaş dün durumu açık koydu.. İki şizofren, iki paranoyak, iki ruh hastası, aylarca polis okulunda okuyorlar. Bu okula girmek, devam etmek, bitirmek, çok sıkı sağlık raporları ile mümkün. Özellikle "Asabiye" açısından. Neticede bu insanların eline tabanca, makineli tabanca vereceksin. Bu insanlar bu silahlarla, en korunması gereken kurumlara, kişilere, mesela Başbakana rahatça yaklaşabilecekler. Bu adamların ruhsal durumu gözden kaçar mı?. Bu çocuklar ruh hastası iseler, nasıl tespit edilmediler, nasıl polis oldular?. Okulda sağlamken, mesleğe başlayınca, bu kadar kısa zamanda çıldırdılarsa, o zaman bu gençleri çıldırtan ortam neyin nesidir?.
***
Türk insanı polisine güvenmiyor. İnanmıyor. Saymıyor, sevmiyor. En kötüsü, aldırmıyor, umursamıyor, adam yerine koymuyor. Yasalar polisten yana değil. Kurallar, gelenekler polisten yana değil. Yaşam koşulları, iş koşulları polisten yana değil. Kafayı üşüten, intihar eden, mesleği terk eden polis sayısı korkunç.. Terk ettikten sonra mafyaya bulaşan, onlara tetikçi, onlara koruma olan polis sayısı ihmal edilir gibi değil. Televizyonlarda ard arda izlediğimiz polis manzaraları korkunç.. Ama kimsenin umurunda değil. Medya ertesi gün unutuyor. Sorumlu koltuklarda oturanların kılı kıpırdamıyor. Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü'nden tık yok. Muhalefet mi?.. Güldürmeyin beni.. Deniz Baykal ve CHP midir muhalefet?. En iyi bilecek durumdaki adam, meslekten gelen Mehmet Ağar.. O da koca Meclis'te tek başına.. Polisi böylesine yok edersek, ülke suçlular cenneti olmaz mı?.. Oluyor zaten.. O zaman ne olacak halimiz.. Ne olacak polisin hali.. Elimizde fener sokaklara mı düşsek, Diyojen gibi.. "Bir sorumlu adam arıyorum" diyerek.. Bir.. Tek bir sorumlu yok mu bu ülkede?.. Yok!.. mu?..