Geride bıraktığımız 2011 yılına küresel açıdan baktığımızda, en önemli tarihi gelişmenin ne olduğu konusunda pek bir şüphe yok: Arap dünyasında yaşanan devrimler. Özellikle 80 milyonluk nüfusuyla bu dünyanın kalbi ve beyni sayılan Mısır'da 32 yıl süren Hüsnü Mübarek rejiminin gerçek bir halk devrimi sonrasında yıkılması yeni bir çığır açtı. Mısır'da henüz adına demokrasi diyeceğimiz bir rejimden uzak durumdayız. Buna rağmen seçimler yapılıyor ve askeri rejim kan kaybediyor. Eskisi gibi otoriter bir rejimin veya yeni bir askeri diktatörlüğün Mısır halkı tarafında artık kabul görmeyeceği gün gibi ortada. Küresel platformda 2011'e damgasını vuran ikinci önemli gelişme Avrupa'daki ekonomik kriz oldu. Yaşlı kıtada kamu bütçe açıkları ve finansman krizi Asya'dan Amerika'ya kadar finansal panik yarattı. Böylece küresel alanda 2010'da yaşanan ekonomik toparlanma ve iyimserlikten eser kalmadı. Tam aksine şu anda yeni bir durgunluk döneminin eşiğindeyiz.
Peki küresel platformdan yerele inersek 2011 Türkiye açısından dış politika alanında ne getirdi? Kanımca iki önemli gelişmeden söz etmek mümkün. Birincisi bölgemizin, özellikle de güneydeki komşularımızın 2010'a göre çok daha istikrarsız hale gelmesi. Suriye başta olmak üzere, son haftalarda gittikçe karışan Irak ve İran ile artan sorunlar geçen yıla damgasını vurdu. Kıbrıs ve Ermenistan ile devam eden meseleler de buna eklenince 2011'de "komşularla sıfır sorun" yerine "sorunsuz sıfır komşu" durumu yaşadık. İşin zor tarafı 2012'de bütün bu sorunlar daha da çetrefil hale gelecek gibi gözüküyor. Suriye'de rejim beklediğimiz kadar çabuk yıkılmayacak. Irak yeni bir Şii-Sünni iç savaşına doğru hızla sürükleniyor. İran ise Hürmüz Körfezi'ni kapatma tehditleriyle aslında kendini ne kadar ciddi bir tehdit altında hissettiğini bütün dünyaya duyuruyor.
Türkiye açısından 2011'de yaşanan ikinci en önemli dış politika gelişmesi ABD ile düzelen ilişkiler oldu. 2010'a oranla, Ankara-Washington hattında bu yıl adeta bir balayı yaşandı. Bu düzelmenin Türkiye-İsrail ilişkileri dibe vurmuşken gerçekleşmesi, Obama yönetiminin Türkiye'ye verdiği önemin ve Ankara'nın NATO radar sistemi konusunda verdiği cesur kararın ürünü. Bir de Türkiye'nin Suriye konusundaki sert politikasının Washington tarafından takdir ediliyor oluşunu da eklemek gerekiyor. Sonuç olarak 2010'a damgasını vuran İran meselesi ve İsrail ile krizin ABD ile yarattığı sancıdan eser kalmadı. NATO radarları ve Arap Baharı, Türkiye-ABD ilişkisini kurtardı demek mümkün.
Son olarak 2011'e bir de ABD dış politikası bilançosu açısından bakalım. Obama için geçtiğimiz yılın en büyük başarısı kuşkusuz Usame Bin Ladin'in öldürülmesi oldu. Aynı başarı Pakistan ile ilişkilerde son derece ciddi bir krizi de beraberinde getirdi. Unutmayalım ki, Pakistan ABD açısından çok önemli. Zira Afganistan'da devam eden savaşın dengeleri buradan belirleniyor. Bu nedenle Pakistan ile kriz Afganistan'ı da derinden etkiledi ve 2011 ABD açısından gene oldukça kanlı ve başarısız geçti. Afganistan ve Irak bir yana, ABD açısından geçtiğimiz yıl Washington'un Pasifik bölgesine dönüşünü simgeledi. Amerika 2000-2010 döneminde Ortadoğu ve İslam dünyasında giriştiği savaşlar nedeniyle Asya'ya doğru kayan küresel ekonomik ve siyasi dengeleri gözden kaçırdı. Şimdi Obama ile ABD nihayet 21. yüzyılda kendini asıl zorlayacak ülke olan Çin'e karşı yeni ekonomik ve diplomatik stratejiler geliştiriyor. Japonya, Kore, Avustralya ve Endonezya ile güven tazelemek Çin'e karşı şekillenmekte olan bu yeni ABD stratejisinin temel taşları. Evet, genel hatlarıyla durum böyle. Sonuçta 2012'de başkanlık seçimini kazanma ihtimali çok yüksek olan Obama'yı Asya, Avrupa ve Ortadoğu'da zor bir dönem bekliyor.