Türk iç ve dış politikasını seçimler sonrasında oldukça zor bir dönem bekliyor. Amerika ve Avrupa'da benim görebildiğim kadarıyla AK Parti'nin bu seçimleri rahatça kazanacağından şüphe eden kimse yok. Batı'da asıl tartışma Başbakan Erdoğan'ın bu seçim zaferi sonrasında elindeki siyasi sermayeyi nasıl kullanacağı. İç politika kafaları karıştırıyor açıkçası. 2007 seçimlerinde olduğu gibi açık farkla kazanması beklenen iktidar partisinin, gene 2007 seçimleri sonrasında olduğu gibi "yeni anayasa" konusuna ağırlık vereceği biliniyor. Ama yeni anayasa hem ciddi reformlar hem de toplumsal uzlaşma gerektirecek. Ama Türkiye'de uzlaşmadan çok kutuplaşma görüyor Batılı çevreler. Bu uzlaşma eksikliği konusunda korku var Batı çevrelerinde.
Akıllarda 2007 seçim zaferinden sonra yaşananlar var. Seçimleri rahatça kazanan AK Parti 2008'de yeni anayasa ve reformlar peşinde koşarken, hiç beklenmedik ve haksız bir şekilde "başörtü meselesi" nedeniyle kapatma davasına maruz kalmıştı. Bu siyasi kutuplaşma ülkede 2 yıl boyunca istikrarsızlık yaratmış ve çok önemli bir dönemde Türkiye'nin vakit kaybetmesine neden olmuştu.
Haziran 2011 seçimini rahatça kazanacak AK Parti'nin, bu sefer başörtüsü değil de ya Kürt meselesi ya da "Başkanlık sistemi" gibi bir konu nedeniyle siyasi krizlerle karşı karşıya kalması riski korku yaratıyor. Böyle bir siyasi krizin ekonomiyi etkileme riski de oldukça yüksek. Evet, ekonomi son dönemlerde çok iyi gidiyor. Ama cari açık cephesindeki ciddi yükseliş çok endişe verici bulunuyor. Kurulu düzenin devamı için piyasaya girmesi gereken sıcak para ve dış yatırımda aksama yaratacak bir siyasi krizin ekonomideki yapısal sorunları tetikleme riski var. İşte bütün bunlar seçim sonrası yaşanması olası iç politika ve ekonomi boyutlu sorunlar.
Peki ya dış politika? Görünürde bu cephede Türkiye iç politika veya ekonomiye oranla daha başarılı. İç politikaya oranla Türkiye'de dış politika alanında toplumsal bir kutuplaşma da yok. Şu aralar Ortadoğu konusunda dünyanın neresinde bir toplantı olsa işin içine mutlaka bir Türkiye boyutu giriyor. Türkiye model olur mu? Türkiye- Suriye ilişkileri, Türkiye- İran ilişkileri, Türkiye'nin Libya politikası, Türkiye ve İsrail arasındaki kriz gibi konular pek revaçta.
Bu durum açıkça gösteriyor ki, Ortadoğu'da olup biteni herhangi bir şekilde Türkiye bağlantısı olmadan değerlendirmek çok zor hale geldi. Türkiye- Amerika veya Türkiye- AB ilişkilerini konuşurken bile kendimizi çoğu zaman Türkiye'nin Ortadoğu'daki rolünü tartışırken buluyoruz. Türkiye beklemediğiniz yerlerde bile ilgiyle izleniyor. Avrupa'daki Müslüman azınlıkların entegrasyon sorunları konusunda saha araştırması için son bir haftadır çalışmalar yaptığım Fransa ve İngiltere'de görüştüğüm Pakistan, Cezayir, Tunus ve Fas kökenliler her fırsatta Türkiye'nin ekonomik başarısından ve Ortadoğu'da izlediği politikalardan bahsediyorlar. Öte yandan, Avrupa ve Amerikalı yetkililerin analizlerine bakınca dış politika alanında bazı endişeler olduğunu görüyorsunuz. Genel hava olumlu olmasına rağmen seçim sonrasında Başbakan Erdoğan'ın elindeki siyasi sermayeyi nasıl kullanacağı sorusu soruluyor hep.
Seçim sonrasında benim görebildiğim kadarıyla Amerika'nın en çok istediği iki şey var. Bunlardan birincisi Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi. Yani protokollerin yeni Meclis'ten geçmesi. İkinci konuysa, İsrail'le yaşanan krizden çıkış için yaratıcı formüller.
En çok sorulan soru seçimleri açık ara kazanacak Başbakan Erdoğan'ın bu iki konuda elinin ne derece rahatlayacağı. Avrupa'da ise Türkiye'nin Kıbrıs konusunda AB müzakere sürecini rahatlatacak yeni bir adım atıp atmayacağı sık sık sorulan sorulardan biri. Bu arada tabii ki hem AB hem de Washington seçimler sonrasında Türkiye'nin Suriye ile nasıl bir politika izleyeceğini çok merak ediyor. Sonuç olarak AK Parti'yi temmuz ayından itibaren zor bir dönem bekliyor.