Ankara'nın sadece bir hafta içindeki diplomatik trafiğine bakınca bile insanın adeta başı dönüyor. Bir yandan İran ile yürütülen kritik diplomasi, öte yandan Rusya Devlet Başkanı'nın çok önemli ziyareti ve son olarak da Başbakan'ın yanına neredeyse kabinenin yarısını alarak yaptığı Atina seferi. Bölgesel ve küresel barış, istikrar ve ekonomik kalkınma açısından Türkiye'nin bütün bu diplomatik çabaları ve uzun dönemli stratejik vizyonu son derece olumlu.
Öte yandan, Türkiye bu kadar yoğun ve olumlu şekilde çalışıyor olmasına rağmen bir türlü Washington'da hak ettiği derecede takdir toplamıyor. Hatta daha rahatsız edici şekilde ifade etmek gerekirse Ankara'nın bu çabaları ABD dış politikasının gündemine bile giremiyor. Basit ama kanımca çok önemli bir örnek verelim. Türkiye'nin Bosna Hersek ve Sırbistan arasında düzelen ilişkilere katkısı ve Bosna Hersek'in NATO üyeliğine doğru adım atıyor olması Amerika'da hem basın hem de yönetim nezdinde kesinlikle yeterli derecede takdir toplamıyor.
Peki, durum neden böyle? Bu önemli soruya tatmin edici bir cevap vermek gerekiyor. Amerikan dış politikasının belki de en başarısız tarafı gündemindeki krizlerle uğraşmaktan stratejik plan yapmaya ve stratejik düşünmeye doğru dürüst vakit ayıramıyor oluşu. Eğer ABD gibi küresel bir süpergüç durumundaysanız zaten gündeminiz bütün dünya üzerindeki krizler oluyor. Uzakdoğu, Ortadoğu, Güneydoğu Asya, Latin Amerika, Afrika, Balkanlar, Kafkaslar, Rusya ve de şimdi de Avrupa ekonomisi. Bu saydığımız yerlerin hepsindeki sorunlar ve krizler ABD dış politikası için gündem belirleyici olabiliyor. Gündem böylesine yoğun olunca, öncelik saptamak en zor iş haline geliyor. Sonuç olarak Beyaz Saray ve Dışişleri'nin gündemi en önemli konu değil en acil kriz tarafından belirleniyor. Hasar kontrolü ve kriz yönetimi bu nedenle Amerikan dış politikasının günlük uğraşı haline gelmiş durumda.
Fakat sorun sadece gündemin yoğunluğu değil. Washington'un stratejik plan yapamama ve kriz ötesi uzun dönem düşünme eksikliğinin arkasında ciddi bazı yapısal sorunlar yatıyor. Mesela ABD dış politikasının bürokratik yapılanma ve bütçe sorunları bu açıdan önemli. Kısaca ifade etmek gerekirse, Washington "askeri diplomasi" ile "sivil diplomasi" arasındaki farkı iyi anlamış değil. Bu durumu izah etmek için rakamlara bakmak yeterli. Amerikan Dışişleri Bakanlığı bütün dünya üzerindeki sivil diplomatik gücünü ve sorumluluklarını toplam 10 bin diplomat ile yerine getiriyor. Oysa Pentagon, yani Amerikan Savunma Bakanlığı çatısı altında çalışan 50 bin sivil var. Amerikalı diplomatlar bu durumdan rakamlar konusunda çarpıcı bir kıyaslama yaparak şikâyet ediyorlar. Şaka yollu ama gerçek bir rakam örneği şu: ABD ordusunda askeri bandolarda görev yapan asker sayısı toplam Amerikan diplomatı sayısından fazla. Pentagon'un bütçesi toplam 650 milyar dolar. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın toplam bütçesi ise sadece 10 milyar dolar civarında. Bu durumda ister istemez askeri diplomasi, sivil diplomasinin önüne geçiyor. Başka türlü ifade etmek gerekirse, elinizde bu kadar büyük bir çekiç olunca bir süre sonra bütün sorunlar çivi gibi gözükmeye başlıyor.
ABD diplomatik yapılanması ile ilgili bu bütçe ve personel rakamlarını verirken, aslında Türk Dışişleri Bakanlığı'nın da benzer zorluklar içinde görev yaptığını unutmamak gerekiyor. Bildiğim kadarıyla Türk Dışişleri Bakanlığı'nda sadece toplam 1000 kadar diplomat görev yapıyor. Bu rakam Türkiye gibi dış politika gündemi neredeyse Amerika kadar çeşitlilik göstermeye başlayan bir ülke için yeterli değil. Eğer Türkiye, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun gönülden arzu ettiği şekilde hem bölgesel, hem de küresel anlamda proaktif bir dış politika izlemek istiyorsa bu rakamı ve de dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı'nın bütçesini acele olarak artırmak zorunda.