Evet, Obama geldi, konuştu, gönülleri fethetti ve gitti. Peki, geriye ne kaldı? Tabii ki sorunlar ve yapılması gereken işler. Türkiye'yi çok zor bir yıl bekliyor . Uzun ve kısa dönemde birçok risk var önümüzde. Uzun dönemde en büyük risk ne diye soracak olursanız bence cevap belli: AB ile ilişkilerde 1990'lı yıllardaki karanlığa geri dönmek. Hatırlarsanız 1997 Lüksemburg zirvesinde Türkiye AB genişleme sürecinden dışlanmıştı. Bu talihsiz karara misilleme olarak Mesut Yılmaz hükümet AB ile siyasi ilişkileri dondurmuştu. İki uzun yıl boyunca, 1999 Helsinki zirvesine kadar, AB ile ilişkiler donuk kalmıştı.
İşte şimdi gene yavaş yavaş o karanlık 1997-1999 dönemine benzer bir döneme doğru gidiyoruz. Hem AB, hem de Türkiye gene kendi iç sorunlarına gömülmüş durumda. Almanya'nın başında gene tıpkı Helmut Kohl gibi Türkiye'yi istemeyen bir Hıristiyan Demokrat Şansölye var. Fransa gene isteksiz. Türkiye gene kızgın. Tek iyi gelişme: Washington gene Clinton döneminde olduğu Türkiye için Avrupa'da lehimize yoğun lobi yapıyor . Bakalım bu sefer tarih gene tekerrür edecek ve iki yıl sonra AB ile işler rayına oturacak mı?
Bunun gerçekleşmesi için hem AB'nin hem de Ankara'nın çok çaba sarf etmesi gerekiyor. AK Parti gerek kendi siyasi geleceği, gerekse Türkiye'de demokrasi uğruna AB ile kötüleşmekte olan ilişkileri düzeltecek formüller düşünmeli. Bu formül yeni bir anayasadan geçiyor . Halka tekrar AB heyecanı vermekten geçiyor. Ama Avrupa da üstüne düşeni yapmalı. Biraz olsun stratejik vizyon göstermeli. Türkiye'ye tekrar umut vermeli. Kıbrıs Rum kesimine teslim olmamalı. Fransa ve Almanya, Sarkozy ve Merkel'in siyasi çapsızlığından kurtulmalı.
24 Nisan'a dikkat
Bu arada Türkiye bir konuya son derece dikkat etmeli. İşler Avrupa ile bu derece kötü giderken, bir de ABD ile beklenmedik bir kriz yaşanmamalı. Obama geldi diye rehavete düşülmemeli . Obama'nın Meclis konuşmasındaki Avrupa Birliği vurgusu çok önemliydi. Obama yönetimi Ankara'ya bu konudaki desteğini Bush döneminden daha net ve daha üst perdeden veriyor. Ama bu desteğin devamlı ve etkili olması için AnkaraWashington hattında 24 Nisan'da bir yol kazası yaşanmaması gerekiyor. Aksi takdirde, hem AB, hem de ABD ile arası bozuk bir ülke olarak 1990'lı yıllardan daha beter duruma düşeriz.
Bu nedenle Ermeni meselesi konusunda Türkiye rehavete düşmemeli. "Obama geldi, bize destek verdi" diyerek rahatlamamalı. Kaldı ki Obama Ankara'da rehavet yaratacak sözler kullanmadı . Tam aksine Ermeni soykırımı konusunda bir soru sorulduğunda "Bu konuda fikrimi değiştirmedim ama asıl önemli olan Türkiye ve Ermenistan arasındaki uzlaşma sürecidir " dedi. Tamam, ama nerede bu uzlaşma? Türkiye bu konuda bir an önce adım atmak yerine giderek yan çiziyor. Ermenistan'la uzlaşmayı Azerbaycan ve Dağlık Karabağ meselesine endeksleme yönünde mesajlar veriyor. Unutmayalım: eğer Türkiye Yunanistan ile uzlaşmasını Kıbrıs'a endeksleseydi bugün halen Atina ile didişiyor olacaktık.
Türkiye-Ermenistan uzlaşması daha da gecikirse bence Obama'nın 24 Nisan'da yayımlayacağı Anma Günü Mesajı'nda bir sürpriz yaşanabilir. Mesela şöyle diyebilir Obama:
"1915'te Ermenilerin soykırıma maruz kaldığı yönünde tarihe ve Amerikan resmi belgelerine yansımış genel bir kabul vardır. Ancak ne ben ABD Başkanı olarak, ne de ABD Kongresi yasama organı olarak, yaşanan bu büyük felaket konusunda nihai hüküm verecek uzmanlar değiliz. Bugün yapabileceğimiz en olumlu şey Ermeni halkının derin acısını paylaşmak ve Türkiye-Ermenistan arasındaki uzlaşma sürecinin meyvelerini vermesini beklemek olacaktır."
Obama böylece "soykırım" kelimesini telaffuz etmiş olacak ama bunu bir "hüküm" olarak dayatmayacak. Buna Ankara'da tepki ne olur? Bu noktaya gelmemek bizim elimizde .