Cumhurbaşkanı Gül'ün Londra'ya yaptığı 5 gün 4 gecelik "Devlet ziyareti" dolu dolu geçti. 23 yıl aradan sonra Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nı ağırlayan Kraliçe Elizabeth, "First çift"e gerçekten içten ev, affedersiniz saray sahibeliği yaptı.
Geziden dönerken, bu tür her ziyaret sonrası olduğu gibi, Gül ve ona eşlik eden biz gazeteciler uçakta bir araya geldik. İşte bir adadan (Britanya) dönüşte başka bir ada (Kıbrıs) üstünde yoğunlaşan sohbetimiz...
***
Yoğun ama verimli bir gezi oldu. Sizin izlenimleriniz nasıl?
Gül: Gerçekten tarihi bir geziydi. Olağanüstü bir önem verildiğine, ilgi olduğuna siz de şahit oldunuz. Her seviyede başta Kraliçe, bütün saray, sonra hükümet, koalisyonun her iki tarafı aynı ilgiyi gösterdi. Onun ötesinde diğer konuşmalar, ekonomiyle ilgili toplantılar çok dolu dolu oldu. Tabii heybe dolu olunca bu tip geziler iyi olur. Heybeniz dolu olmazsa farklı geçer.
Şu çok açık; Türkiye'nin profili çok yüksek. Geçmişi, tarihi zaten zengin. İlk büyükelçimizi 1793'te göndermişiz, onlar da 1583'te göndermişler. Şunu söyledim orada: "Kendisine eşit o dönemde kim vardı ki?" Biz onlardan daha öndeydik. Herkes bunun farkında. Çağın iki büyük eş imparatorluk geçmişi olan, köklü devlet geleneği olan iki devletiz. Bugüne geldiğimizde Türkiye'nin profili çok yüksek. Bu şartlar altında olağanüstü bir ilgi gösterdiler. Kraliçe hiç bu kadar kalmazmış yemeklerde. "Tanıtmak istediğin kimse var mı" dedi... Kendi ekibi de şaşırmış.
Buckingham Sarayı'nda da kaldınız, sizi en çok etkileyen ne oldu?
Gül: Samimi ve açık bir şekilde Türkiye'ye gösterdikleri saygı ve bunu açıkça belli etmeleri. Doğrusu çok duygulandıran bir tarafı var. Çok açık ki özel bir ihtimam vardı. Sarayın önündeki bayrakların bir hafta boyunca orda dalgalanıyor olması... Dolu dolu Türk haftası oldu Londra'da...
Cumhuriyetle monarşiyi mukayese ettiğinizde, teamüller açısından ne dersiniz?
Gül: Şunda tereddüt yok, kimsenin de o yöne çekeceğini tahmin etmem: Cumhuriyetle yeni düzen oturmuştur. Belki nostalji olarak bazı sanatkârlar, entelektüeller şey edebilirler ama Türkiye'de geriye dönüş talebi söz konusu değil. Hatta hanedan mensuplarının bile böyle bir isteği yok. Şu önemli; devletlerin yeri geldiğinde semboller üzerinden büyüklüğü ortaya çıkar. Şimdi sefahat, lüks, lüzumsuz harcamaları kastetmiyorum tabii ki ama devletler büyüklüklerini gösterirken geçmişlerinin bütün itibarını da yansıtacak şeyleri olmalı. Protokolde olsun, şekilde olsun, bir odanın düzeninde olsun... Bu başbakanın, cumhurbaşkanının odası olabilir. Bütün bunlar ülkenin büyüklüğü ve asaletiyle ilgili şeyler, doğrusu bunları kaybetmiş vaziyetteyiz. Bazen öyle oluyor ki hiç geçmişi olmayan, sanki tarihe damgasını vurmamış, yeni ortaya çıkmış bir devlet gibi davranışımız oluyor. Doğrusu Türkiye'ye karşı haksızlık. TSK'nın, KKK'nın, Danıştay'ın tarihine baktığınızda yüzyıllar geriye gidiyor.
Bunlarda en çok duyduğum laflardan birisi "Legacy" (Miras). Bizde çok unutulmuş, değeri bilinmeyen şeyler. Halbuki böyle olmamalı. Bugün kimse cumhuriyetten farklı düzen şeklini düşünmez. Ama biz bazen bugüne vurgu yaparken öyle oluyor ki, o büyük geçmişimizi ihmal ediyoruz. Bu bizde bir kısırlaşmaya neden oluyor. Sanatta, kültürde ortaya büyük insanlar çıkartamıyorsak, bunun da büyük etkisi var. Bunları keşfetmemiz, kazandırmamız, yeri geldiğinde bunları stilize edip modern dünyaya en iyi şekilde sunabilmemiz lazım. Bizim hazinemiz bunlar, niye sunmayalım?
Bazen insan hayret ediyor doğrusu. Her şeyi vasatta ayarlıyoruz. Bu, işimize de, binalarımıza da, şehirlerimize de yansıyor. Ümit ederim bundan kurtuluruz.
Öğle yemeği yediğimiz gemi Trafalgar Savaşı'ndaki gemi. 17'nci yüzyıldan kalma. O günden bugüne gemi orijinal haliyle duruyor. Savaştan çıkıp bugün duran tek gemi. Gemiyi gezdirdiler. Amiral Nelson'un odasında bir üniforması var. Sağ omuzunda çok büyük bir ay-yıldız takılı. Birkaç madalyası var ama en büyük madalya Osmanlı ay-yıldızı. Gemide bir subay Nelson'u anlatırken Türk nişanından bahsetti, "Savaşta o kadar insanın içinden Osmanlı nişanıyla tanıyıp tek kurşunla vurmuşlar diye anlatılır" dedi.
Türkiye'nin bahsettiğiniz vasatı aşması için geçmişle yüzleşmesi gibi bir durum var. Siz de arşivler açılmalı dediniz. Erdoğan'ın Dersim için özür dilemesi... Bu yaklaşımı geçmişimizdeki diğer zorlu konularda nasıl taşıyabiliriz? Meclis'te bir hakikatleri araştırma komisyonu olsa deniyor, İstiklal Mahkemeleri'nden, Maraş olaylarına kadar karanlıkta kalmış o adımları atmak adına...
Gül: Tabulara gerek yok artık. O dönemler geçti. O olgunluğa da erişti Türkiye. Yeter ki bunlar üzerinden başka şeyler amaçlanmadan yaklaşılsın. Tabii ki arşivleri açmak gerekir. Biz tüm dünyaya Ermeni meselesiyle ilgili çağrı yaptık, bir sayfa ilan verdik. Dışişleri olarak dedik ki "Biz çağrıda bulunuyoruz, ortak komisyon kuralım, üçüncü bir ülke varsa, o da gelsin, biz bütün arşivlerimizi açıyoruz..." Bu belki de uzun yıllar içinde Ermeni meselesinde ilk meydan okumamızdı dünyaya karşı. Biz bu konuda cesaretle arşivlerimizi açtıktan sonra diğer konularda niye açmayalım?
Görüşmelerinizde ağırlıklı konu ne oldu?
Gül: Benim çok öne çıkarttığım konu Kıbrıs'tı. Epeyce konuştum. Onu da şöyle söyledim; "Başkasıyla konuşmam bunu, siz de garantörsünüz" dedim. İşçi Partisi lideri David Miliband'a da uzun uzun anlattım. Rumlar'ın dönem başkanlığı meselesini de söyledim. Adada barış görüşmeleri devam ediyor. Bu göstermelik değil ki. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon adaya geldi, oraya gitti, buraya geldi, şimdi Ocak ayında tekrar toplayacak. Ümit ediyoruz ki, bir mesafe alınır adanın birleşmesi ile ilgili. Ben onlara şunu söyledim; "Bu konuda samimiyseniz tam zamanı. 2012'nin 6'ncı ayına kadar ne yaparsanız yaparsınız. Kıbrıslılar'ı ikna edebilirseniz, 'Yeter artık arkadaş' derseniz şimdi diyeceksiniz. Şimdi yapmazsanız, onlar da bu haliyle bir de AB dönem başkanlığı yaparsa, açıkça söyleyeyim, sonra bize bir şey demeyin. Ondan sonra iki ayrı devlete gider, bizim tanıdığımızı siz de tanımak zorunda kalırsınız" dedim.
BM Genel Sekreteri'nin başkanlığında liderler görüşüyor. Bizim arzumuz şu: Bu senenin sonunda anlaşsınlar, yeni plan çıksın ve referanduma tabi olsun. Hatta boşluk kalırsa aynı Kofi Annan'a yaptığımız gibi Ban Ki-moon'a yetki verelim, o doldursun. Bundan daha sağlam bir şey var mı? Bizim çıkıp da "Rumlar, AB'ye başkanlık yapmasın" diye uğraşmamızın anlamı yok. Onun yerine bunu söylediğimde, diyecek bir şey bulamıyorlar. Aynen söyledim bunları: "Yapabileceğin bir şey varsa bugün yap. Yapılmazsa böyle gidecek hali yok ya. İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw'un dediği gibi, herkes iki devletli formülü kabul edecek ve neticelerine katlanacak."
Bedelli askerlik konusunda kamu vicdanını yaralamaması gerektiğini söylediniz, vicdanınız rahat mı?
Gül: Bunu bana sormayın. Geliri genel bütçeye değil, yani başka giderlere değil, şehit yakınlarına, onların ihtiyaçlarına ayrılıyor. Bu zor bir iş. Diyelim ki bir ailenin bir oğlu var. Askere gitmeden önce çıksın der, gittikten sonra çıkmasın der. Hassas bir konu.
İngiliz medyasının haberlerine nasıl baktınız? Eşinizin kıyafeti filan çok konuşuldu...
Gül: Hayrünnisa Hanım'a "Benim önüme geçmişsin" dedim.
Yüksek topuklar sürpriz oldu mu?
Gül: Niye olsun? Hanımlarla ilgili bir konu, ben girmeyeyim
Görev sürenizle ilgili bir düzenleme olacak mı?
Gül: O konu benim alanım dışında bir şey.