Şu sıralar Suriye kriziyle boğuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Yeni dönemin ruhu"na ayna tutan "Restorasyon" tezinin son alt başlıklarını da aktarayım.
Bundan önceki iki yazıyı özetlersem;
Türkiye, tarihinde 4 restorasyon dönemi yaşadı: Osmanlı'da Islahat hamlesi, Cumhuriyet'in kurulması, demokrasiye geçiş ve 2002 sonrası dönem.
Bu 4 restorasyonun harçları farklıydı: Islahat'ta "Tanzimat Fermanı", Cumhuriyet'te "1921 Anayasası", demokrasiye geçişte "Dörtlü Takrir", içinde bulunduğumuz restorasyon sürecinde de "Yeni Anayasa".
Davutoğlu, restorasyonu "Siyasal", "Diplomatik" ve "Ekonomik" olarak üç bölüme ayırıyor.
Sonra restorasyonun siyaseten gerekli koşullarını şöyle sıralıyor: 1- İktidarın sürekliliği, 2- Siyasi iradenin varlığı, 3-Asker-sivil ilişkilerinin yeniden tanımlanması.
Diplomatik restorasyon ise çok boyutlu ve küresel güç olmayı hedefleyen bir dış politika koşuluna dayanıyor: Türkiye'nin bundan böyle her 10 yılda bir BM Güvenlik Konseyi'ne girmesi, IMF İcra Direktörleri Kurulu'nda yer alması, kıtasal örgütlenmelere (Afrika Birliği Örgütü, Pasifik Ülkeleri Birliği, Amerika Devletleri Örgütü gibi) gözlemci olarak katılması...
Ya ekonomik koşullar? Cevap: 1- İnsan kaynaklarının çağın gereklerine göre değerlendirilmesi, 2- Postmodernite ve küreselleşmenin getirdiği araçların kullanılması, 3-Ekonomik zamanın ruhunun iyi okunması.
"Ekonomik zamanın ruhu" ne anlama geliyor? Davutoğlu'nun cevabı uzun. Özetleyeyim:
A) Avrupa'da bugün üretime dayalı sadece iki ekonomi var. Biri Almanya, diğeri Türkiye. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa'nın diğer büyük ekonomileri tüketim ekonomisine geçtiler. Sanayileri de başta Çin, Hindistan olmak üzere başka ülkelere, başka kıtalara taşındı. Bu trend nedeniyle 2050'de Avrupa'da sadece iki "Güç" kalacak: Almanya ve Türkiye.
B) Kadim ekonomik havzalar yeniden doğmaya başladı: Çin, Hindistan, Afrika, Rusya...
Davutoğlu, Cumhuriyet'in 100'üncü yılının kutlanacağı 2023'te dünyanın en büyük 10 ekonomisini şöyle sayıyor: ABD, Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Kanada, Avustralya, Japonya, Almanya ve Türkiye.
Türkiye dışındaki 9 ekonomiden 7'si kıta ölçekli ülkelere dayanıyor. Kalan 2'si (Japonya ve Almanya) ulus devlet ölçekli ekonomiler.
Ve diyor ki Davutoğlu: "Bu saatten sonra fütuhata kalkışamayacağımıza, coğrafi olarak yeniden kıta ölçekli devlet olamayacağımıza göre, ekonomimizi kıta ölçekli boyuta taşımak zorundayız. AB'nin yanı sıra bir yandan Afrika'ya, bir yandan Avrasya'ya açılımın ana nedeni de, hedefi de işte bu. Ayrıca vize açılımı da yine bu hedefin araçlarından biri. Böylece üç entegrasyon halkası iç içe geçmiş olacak: 1- AB ile entegrasyon, 2- Çevre havzalarla entegrasyon, 3- Küresel entegrasyon."
Umarım, "Çevre havzalarla entegrasyon" hedefinde ilerlerken ayağımıza batan Suriye dikenini en kısa sürede çıkarırız...