Bugün özellikle "New York Post" örneğinden yola çıkarak, IMF eski Başkanı ve Fransız Sosyalist Partisi'nin en ağır topu Dominique Strauss-Kahn'ın kahramanı olduğu skandalda ABD ve Fransa medyasının haberlerini, yorumlarını, etik kurallarına ne denli saygı gösterdiğini sorgulayacaktım.
Ama sabahın köründe Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım başta olmak üzere futbol dünyamızın birçok tanınmış isminin gözaltına alındığı "Şike ve teşvik primi" iddialarına dayalı operasyon planlarımı alt-üst etti.
Türkiye'nin gündemini değiştiren bir deprem varken, başka konuya yönelmem, Başbakan Erdoğan'ın deyimiyle, "Fransız olmam" anlamına gelirdi.
Baştan söyleyeyim; ben sıkı, hatta fanatik bir Fenerbahçe taraftarıyım.
Yine baştan söyleyeyim; her ne kadar her Pazartesi olduğu gibi, bugün de bu köşenin logosunda "SABAH'tan Mektup" yazsa da, bu yazı kurumsal değil, bireysel görüşlerimi yansıtıyor. Bir başka deyişle, SABAH'ı ve Turkuvaz Medya Grubu'nu kesinlikle bağlamıyor.
Fransızlar'ın ifadesiyle (Not: Frankofon bir ortamda ve kültürde yetiştiğim için sürekli o kaynaklara gönderme yapmamı hoşgörün), evet Fransızlar'ın ifadesiyle, "İ"lerin üstüne noktalarını koymak gerekirse", (Bir not daha: Fransızca'da bir bildiğimiz tek noktalı "İ" var, bir de çift noktalı "İ"; deyimle kastedilen ikincisi), Türk futbolunda özellikle son yıllarda yaşanan kirlenmeyi görmeyen, bilmeyen, itiraf etmeyen yoktu.
Bu kirlenmenin bir bölümü gerçekti, bir bölümü ise dezenformasyonun düşürdüğü gölgelerdi.
Bir gün bu kirlenmeye, bu pisliğe neşter vurulması kaçınılmazdı.
Çünkü futbol, futbol olmaktan çıkmış, bir rant çarkına dönüşmüştü.
Sonunda -sanırım aylardır süregelen teknik takip, izleme, soruşturma sonucu- birileri neşteri attı.
İyi de yaptı.
Ancak -belki buzdağı misali şimdilik sadece bir parçasını görebildiğimiz için olsa gerek- soruşturmanın açıklanmaya muhtaç yönleri de var.
Örneğin, kaçması akla hayale bile gelmeyecek insanların evlerine sabahın köründe, hele hele bir Pazar sabahı dayanılması, amaç onuru, gururu kırmak değilse, ne denli insancıl bir tutum olabilir?
Örneğin, Süper Lig'de şikeli olduğu kuşkusu yaratan maçlar ile Birinci Lig'de aynı şüpheyi yaratan maçlar ve onlarla ilişkili olduğu varsayılan futbolcular, yöneticiler ve diğer zanlılar, nasıl "Toptancı" bir işleme konu edilebilir?
Bu soruları başka sorularla beslemek son derece kolay. Ama gereği yok. Zira, hazırlık soruşturması gizli olduğu için, kimseden yanıt alma şansımız bulunmuyor.
En içten dileğim şu:
-İkinci dalgasının kapıda olduğu söylenen operasyon bir an önce tamamlansın.
-Soruşturma çok hızlı bir biçimde sonuçlandırılıp ak koyun-kara koyun birbirinden ayrılsın.
-Türk futbolunu kirletenler, yasaların öngördüğü bedeli ödesin.
-Futbolumuzun üstündeki kara bulutlar bir an önce dağıtılsın.
-Ama "Futbol"un kurumsal kimliğine zarar verilmesin.
Çünkü hayatımızın en, belki de tek renkli tarafı o.
Sağlıklı ve mutlu bir hafta dileğimle.