Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nin geniş salonunda dikdörtgen dizilmiş masalar grubu... Dikdörtgenin iç boşluğunda mevsim çiçekleriyle süslü dev vazolar...
Dikdörtgenin uzun kenarlarından birinde Başbakan Erdoğan, sağında ve solunda Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ve Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, AK Parti Genel Başkan yardımcıları Hüseyin Çelik ve Ömer Çelik ile danışmanlar oturdu.
Dikdörtgenin geri kalan bölümlerini ise komple gazeteciler doldurdu. Dile kolay; 65 gazete, TV ve haber ajansının en tepe yöneticileri. Bu kadar medya temsilcisini mesleki kongrelerde, konferanslarda bile bir arada göremezsiniz.
Dolmabahçe'de 3 saat süren kahvaltılı toplantının gündem maddesi, "Demokratik açılım" ve elbette bu süreçte medyanın rolü ve sorumluluğu. Erdoğan bir sunumla başladı. Daha doğrusu arşivlere girerek yaptığı bir medya eleştirisiyle. Buyurun, söz Başbakan'ın:
"Yeni dönemde medyanın Soğuk Savaş mantığıyla hareket etmeyi sürdürmesi talihsizlik olur. İktidar ve muhalefetin yanı sıra medya da bu sürecin parçası olmalı, demokratik sorumluluğunu üstlenmeli. Çünkü demokratik kültürün bir parçası olarak medya da demokratikleşme sürecinden sorumlu.
Demokrasinin kalitesi biraz da iktidarmedya ilişkisinin sağlıklı yürütülmesine bağlı. Medyanın bize acı gerçekleri, çıplak gerçekleri gösteren, yapıcı eleştiride bulunan, bir yol gösteren ayna olmasını arzuladık ve arzuluyoruz. Zaman zaman sert eleştirilerimiz, polemiklerimiz, öfkelendiğimiz zamanlar oldu. Bunlar medyaya yönelik bir sindirme ya da baskı niyetiyle değil, haksız eleştiriye, iftiraya yönelik bir isyanın tezahürüydü. Medya bizden eleştirilere tahammül beklediği kadar, kendisi de eleştiriye tahammül içinde olmalı."
Erdoğan daha sonra sözü, içinde hep ukte olarak kalan "Muhtar bile olamaz" manşetine getirdi ve medyanın yüzkarası manşetlerinden örnekler sıralayıverdi:
"Ne yaptım da cezaevine gidiyorum? Sizin her zaman muhatap olduğunuz, yazdıklarınız. Ben de o yazdıklarınızı, bir şairin şiirini okumaktan dolayı gidiyorum. Bunun dışında benim bir suçum yoktu. Ama atılan başlık buydu: 'Muhtar bile olamaz...' Bir sevinç çığlığıydı. Parlamento çoğunluğuyla geçen bir yasa için '411 el kaosa kalktı' manşeti atıldı. 'Topyekûn savaş', 'Rektörler endişeli', 'Gerekirse silah bile kullanırız', 'Muhtıra gibi tavsiye', 'Genç subaylar rahatsız', 'Tehlikenin farkında mısınız?' gibi başlıklarla yayınlar yapıldı. Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasi taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekâtının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz."
Türkiye karanlık bir sürece girdiğinde, en büyük zararı siyasetçilerin yanı sıra gazetecilerin gördüğünü vurgulayan Erdoğan, basın şehitlerini anmayı da unutmadı: "Hasan Fehmi'den Hasan Tahsin'e, Sabahattin Ali'den Abdi İpekçi'ye, Çetin Emeç'ten Musa Anter'e. Uğur Mumcu'dan Ahmet Taner Kışlalı'ya, Hrant Dink'e varıncaya kadar bu ülkede onlarca gazeteci terörün, mafyanın, çetelerin hışmına uğradı, fail- i meçhullerin kurbanı oldu... Bugün biz bu karanlığı aydınlığa çevirmek için yoğun bir mücadele verirken, ne yazık ki, medyanın desteğini değil, eleştirisini alıyoruz."
Erdoğan'ın sunumundan sonra soru-cevap faslına geçildi. Herkes istediği soruyu sordu, Başbakan not etti. Sonra da topluca cevapladı.
Ve kahvaltılı toplantıyı medyayla ilgili bir başka eleştirisiyle noktaladı. Ama bu kez hedef Türk basını değil, bir İngiliz gazetesiydi. "The Daily Telegraph"ın AK Parti'nin referandum kampanyasında İran'dan 25 milyon dolar yardım aldığı iddiasını hatırlattı Erdoğan ve sözünü esirgemedi: "Bu çok alçakça bir iftiradır." Ardından bir STK yöneticisinin AK Parti'nin Suudi Arabistan'dan yardım aldığı, kampanyada Örtülü Ödeneği kullandığı iddiasına getirdi lafı, yine sert yanıtladı: "Bu da utanç verici bir iftiradır."
Medyaya tatlı-sert eleştirilerin serpiştirildiği üç saatlik "Demokratik açılım" ve "Türkiye gündemi" toplantısının sonunda Erdoğan hepimizin tek tek elini sıkarak, sevecen bir uğurlamayı ihmal etmedi. Gerçekten incelik.