Dün demokrasilerde özgürlük-güvenlik dengesinin kefelerini alt-üst eden 11 Eylül 2001 saldırılarının 9'uncu yıldönümüydü. Bugün ise Türkiye'de demokrasiyi üç yıl buzluğa kaldıran 12 Eylül 1980 darbesinin 30'uncu yıldönümü.
Ne zaman "Darbeler"den söz açılsa, belleğimin sadece Türkiye değil, Pakistan kapısı da aralanır. İki ülkenin demokrasi tarihleri hem kesiştiği, hem de nöbetleşe kesintiye uğradığı için.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Pakistan, Ankara'da "Adnan Menderes'i, Fatin Rüştü Zorlu'yu, Hasan Polatkan'ı sakın asmayın, bize gönderin" diye girişimde bulunmuştu.
Pakistan'da 1977 darbesinden sonra girişimde bulunma sırası Türkiye'ye gelmişti: "Zülfikar Ali Butto'yu sakın asmayın, bize gönderin..."
İki girişim de sonuçsuz kaldı. Ve 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Kenan Evren ile Ziya Ül-Hak neredeyse kader arkadaşı oldular. (Kulakları çınlasın; Süleyman Demirel bu birlikteliği "Kartal kartalla uçar, karga kargayla..." diye yorumlamıştı.)
Daha sonra Türkiye bir postmodern darbe yaşadı, bir de e-muhtıra. Pakistan ise Pervez Müşerref darbesini.
Ne zaman darbelerden söz açılsa, Butto ailesinin ve de Pakistan'ın ikinci demokrasi şehidi Benazir Butto gelir aklıma. Ve onun muhteşem sözü: "Demokrasi en iyi rövanştır..."