AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso bugün Avrupa'da bir "İlk"e imza atacak: Strasbourg'taki Avrupa Parlamentosu'nda "Birliğin durumu" konulu bir konuşma yapacak. Tıpkı ABD başkanlarının yıllık "Birliğin durumu" konuşmaları gibi.
Barroso'nun nasıl bir tablo çizeceğini bilmiyoruz ama bizim penceremizden görülen "Birliğin durumu" şöyle:
AB dönem başkanı ve AB'nin ev sahibi olan Belçika'da seçimlerin üstünden üç ayı aşkın süre geçmesine rağmen hükümet kurulamadı. Kral 2'nci Albert'in olası koalisyon hükümeti için çözümler üretmekle (Not: Hükümeti kurmakla değil) görevlendirdiği Valon Sosyalist Partisi Başkanı Elio Di Rupo pes etti. Kral şimdi yeni arabulucular görevlendirirken, "Belçika'nın sonu geldi", "Belçika'yı tarihe gömme zamanı geldi" türünden açıklamalar birbirini izliyor. Üstelik, Valon tarafından. Çünkü bugüne kadar Flamanlar ayrılma yanlısıydı, şimdi -bitmek bilmeyen çekişmelerden bezgin düşen- Valonlar, "Ne olacaksa olsun" diyorlar. Bu da, çözülme, dağılma sürecinin hızlanması anlamına geliyor.
Yakında AB ile katılım, yani üyelik müzakerelerine başlaması ve hızla sonuçlandırıp en geç 2012'de, Hırvatistan'dan önce veya onunla birlikte 28'inci üye olarak Birliğe girmesi beklenen İzlanda'da birdenbire rüzgârlar yön değiştirdi: Ada ülke üyelik başvurusunu geri çekmeye hazırlanıyor. En azından niyetleniyor. Gerekçe: Balıkçılık politikalarında Reykjavik (İzlanda'nın başkenti) ile Brüksel arasında aşılması imkânsız uçurumların ortaya çıkması. "Uskumru krizi" diye tanımlanıyor bu kriz. İzlanda, 65 kat artırdığı uskumru avlama kotasını AB bürokratlarının keyfi kesintilerine bırakmak istemiyor. Hayat-memat meselesi. Maişet sorunu. Hemen hatırlatalım; İzlanda parlamentosunda AB'ye üyelik başvurusuyla ilgili karar zaten salt çoğunluğun sadece bir fazlası oyla kabul edilmişti: 62 üyeden 34'ünün desteğiyle. Yani, parlamentonun yarısına yakını zaten gönülsüzdü veya karşıydı. Yaşanan ağır mı ağır ekonomik krize rağmen.
Avusturya'da AB'den çıkılmasını isteyen sivil toplum hareketi çığ gibi büyüyor. Ekonomik krizin toplumsal serpintilerinin tetiklediği hareket, "Neden mali politikalarımızı, dış politikamızı, egemenlik haklarımızı Brüksel'deki bürokratlara devredelim?" sorularıyla başlatılan kampanya, geçmişe özlem göndermeleriyle epeyce güçlü bir taban yarattı. Geçmişe özlem? Avusturya Şilini'nin rezerv parası olacak kadar değerli kabul edilmesi, herkese iş, herkese güvenceli ve rahat emeklilik sağlayan sosyal güvenlik sistemi, tarafsız dış politikanın getirdiği nimetler (Viyana'nın -Cenevre ile birlikte- uluslararası randevuların değişmez adresi olması gibi) ve de prestij...
Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin'in ülkedeki göçmenler üstünden Müslümanlar'a -ve de Yahudiler'e- ırkçı saldırılarına gösterilen tepkilere aldırmayın. Almanlar'ın en az yarısı içinden Sarrazin'e hak veriyor. Zaten kamuoyu araştırmaları da bunu doğruluyor: Sarrazin parti kursa, oyların en az yüzde 18'ini alacak. Yani bir anda üçüncü parti konumuna gelecek. (Not: Sarrazin bir sosyal demokrat. Bir de sağcıların duygularını, "Demokratiklik" maskesi altında bastırmaya çalıştıkları görüşlerini varın siz düşünün...)
Sarrazin ve Almanya tek örnek değil: AB'nin hemen tüm ülkelerinde aşırı sağcı, ırkçı, yabancı düşmanı akımlar güçleniyor. Daha doğrusu, her geçen gün daha da tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Hangi birini sayalım? Buyurun birkaçı: İngiltere, Danimarka, İsveç, Almanya, Fransa (Not: Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ırkçılığı alenen devlet politikası haline getirdi), İtalya, Macaristan, Slovakya, Belçika (En azından Flamanlar), Hollanda... Uzat uzatabildiğin kadar..
Sorunun bir de ekonomik ve mali boyutu var ki, ayrı bir yazı konusu yapmaya değer.
"Washington Post"ta geçen hafta, eski Başkan Bill Clinton'un danışmanı Charles Kupchan'ın bir yazısı yayınlandı. Başlığı şöyleydi: "AB ölüyor..."
Haklı. AB bir barış projesiydi; aşırı sağcı, ırkçı akımlar o rüyayı kâbusa çevirmek üzereler.
AB bir dayanışma projesiydi; Yunanistan krizi bunun bir yalan olduğunu, her üyenin ulusal çıkarlarını önceliklerin önceliği yapmaya devam ettiğini göstermeye yetti.
AB, Yaşlı Kıta'nın bir küresel güce dönüştürülmesi projesiydi. Yine üye ülkelerin bencillikleri sonucu o da erişilemeyecek hayal olarak kaldı.
İşte "Birliğin durumu" bu...