Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Bir yaz gecesi çağrışımları

Bazen bir koku, bir tat, bir renk, bir ses, bir şarkı belleğinizin dipsiz kuyularındaki anıları uyandırıyor, duygularınızın kuytularındaki gölgeleri ayaklandırıyor ve hayatınız bir ışık seli gibi gözlerinizin önünden akıp geçiyor.
Cuma gecesi Çalık Holding'in grup çalışanları için düzenlediği geleneksel iftar yemeğinde bir çağrışım hiç beklemediğim bir anda beni zaman tünelimde yolculuğa sürükledi.
Benim Karayolları'ndan emekli mühendis bir Orhan abim vardı. Karşıyaka'daki Uşaklı'nın Kahvesi'nde briç ve tavla arkadaşım. (Not: Biz "Kırmaca" yı tavladan saymazdık, "Müptecil" ve "Hapis" oynardık.)
Ben 20'li yıllarımın başında, anasız-babasız. O, 60'lı yıllarının başında, çocuksuz.
Ben önümdeki yıllara baktıkça ürperen. O, ardındaki yıllara baktıkça hayıflanan.
Ben her gün beş parasız. O, ayın ilk birkaç günü paralı.
Emekli maaşını aldığı gün, akşama doğru tavlayı şangurşungur, keyifle kapatır, "Haydi" derdi, "Önce demlenelim, sonra eğlenelim."
Eğlenceden anladığı Basmane'nin bodrum müzikhollerinden, yani pavyonlarından birinde konsomatris şarkıcılara içki ısmarlamaktı. Bir-iki mıncıklama karşılığı. Hayatında hiç âşık olmamıştı. Hayat arkadaşını da zerrece sevmiyordu.
Hep aynı senaryo: Sağına ve soluna iki kadın oturturdu, içkilerini söylerdi. Ben masanın karşısında ucuz, sıcak bir birayla geceyi atlatmaya çalışırdım.
Ve sahneye çıkan her konsomatris şarkıcı o günlerin en sevilen şarkısını, Mehmet Ilgın'ın rast makamındaki eserini mutlaka okurdu: "Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa / Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına." Ve ağlardım.
Senaryo hep aynı sonla biterdi: Orhan abi istek parçası olarak "Çıktık açık alınla on yılda her savaştan"ı çaldırırdı, sonra taksiyle dönüş. Evi Alaybeyi'ndeydi. Orada iner, hesabı öder giderdi. Ben de ortalıkta kalakalırdım: Evim 5-6 kilometre ötede, Şemikler'de. Haydi tabana kuvvet. Ertesi gün kahveye ya eliyüzü çizik içinde gelirdi Orhan abi, ya süt dökmüş kedi gibi uysal. Belli ki, maaşı pavyonda bıraktığı için eşi yine aile içi şiddete başvurmuş.
Benim bir bankacı Sami abim vardı. 20'li yıllarımın başındaki zor günlerimde beni ayakta tutan, bana babalık yapan, onurumu incitmeden cebime harçlık bırakan.
Bir gün geldi: "Haydi gidiyoruz. Sana iş buldum."
Yeni Asır gazetesinde Fransızca çevirmen olarak çalışmaya başladım. Tarih: 12 Mart 1970.
Yeni Asır'da çubuk roman tercümesiyle başlayan gazetecilik yolculuğum beni SABAH'ın genel yayın yönetmenliğine kadar getirdi. Hayat ne tuhaf, ne büyüleyici.
Sami abim elimden tutup beni Yeni Asır'a götürmeseydi, bugün kim bilir nerede, hangi meslekte olacaktım?
O bankacı abim Sami Ersözlü'ydü. SABAH yayın Koordinatörü Şule Talu ile Ege Temsilcimiz Ünal Ersözlü'nün babası.
Tüm bunları grubumuzun iftar yemeğinde beni sırılsıklam eden anı sağanağı çağrıştırdı. Gecede "Altın Kızlar" grubu sahne aldı. Müthiş kaliteli, keyifli Türk Sanat Müziği ziyafeti verdiler. Ve kapanışı hayatımı ışık seli gibi gözlerimin önünden akıp geçiren o parçayla yaptılar:
"Rüya gibi her hatıra, her yaşantı bana / Ne bulduysa kaybetti, gönül aşktan yana / Ömür çiçek kadar narin, bir gün kadar kısa / Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına..."
Ve gözyaşlarımı içime akıttım.
Hayat bazen ağlamaya da değer.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA