Dış Haberler sayfamızda bugün anlamlı bir fotoğraf var: Türk bayrağı ile yürüyen Filistinliler.
Fotoğrafın altına hiçbir şey yazmasanız da olur. Her şeyi anlatıyor: Bölgede yükselen gücün kim olduğunu... Kime güvenildiğini... Kimin saygınlığın zirvelerinde dolaştığını...
Zaten Arap basınında da 2009 sonundaki Davos Zirvesi'nde Başbakan Erdoğan'ın tarihi "One minute" çıkışından bu yana hemen her gün Türkiye'nin gücü üstüne yorumlar yayınlanıyor. İşte en taze örnekler:
"Bölgede çekişen güçler haritasında büyük değişim söz konusu. Türk Hükümeti olanlar karşısında eli kolu bağlı duramaz. Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere Arap ülkelerinin de, Türkiye'nin rolünü memnuniyetle karşılamaktan başka yapabilecekleri bir şey yok." ("El Şark'ül Ewsat")
"Milli ve ulusal bilincin yokluğu, stratejik anlayışın körelmesi ve dar kişisel çıkarları koruma eğiliminin baskın olması, korkunç Arap felcine yol açtı. Bu nedenle Türkler ve İranlılar, Araplar'ın uykuda olmaları ve kusurları nedeniyle oluşan siyaset ve güvenlik boşluğunu doldurmak yoluyla Araplar'ı İsrail'in şerrinden korumak için girişimde bulunurlarsa suçlu mu olurlar?" ("El Halic")
"Erdoğan Hükümeti'nin en önemli hedefleri arasında, bölge için yeni bir strateji oluşturmak var. Davutoğlu, bölge ülkelerinin Soğuk Savaş dönemindeki gibi bölünmüş durumda olduğu görüşünde ve bölgeyi, bölgenin çıkarlarına uygun olarak yönetecek bölgesel bir sistem kurmayı amaçlıyor.
Bu da İsrail'in, ardından da İran'ın rolünün kademe kademe geri çekilmesi anlamına geliyor." ("El Hayat") Hazır dış basının Türkiye'nin küresel vizyonu yorumlarını aktarırken, "Le Monde"da "Türk diplomasisinin yeni ufukları" başlığıyla yayınlanan yazıdan da birkaç cümle verelim: "Uzunca bir dönem uluslararası alanda 'Diplomatik cüce' olarak algılanan Türkiye artık dünyanın güçleri arasında bir yere talip... Türk diplomatları dünyanın fethi için yola çıkıyor, yeni karmaşık sorunları keşfediyorlar..."
Gerek Arap medyasından, gerekse "Le Monde"dan aktardığımız yorumların bir ortak noktası veya görüşü daha var: "Türkiye, diplomasisine küresel vizyon getirmesine rağmen AB üyeliği hedefine bağlı kalıyor."
Avrupa'nın dünyadaki yeri
Eh, hedefine kilitlendiğimiz AB'nin küresel sahnedeki konumuna ilişkin son değerlendirmelerden söz etmek de farz oldu.
İşte "Dünya Ticaret Örgütü"nün -Fransız- Başkanı Pascal Lamy'nin söyledikleri: "Bu yıl G-20 zirvelerine katılacak 7 Avrupa ülkesi, ağırlıklarını koymak ve AB'nin sözüne kulak verilmesini istiyorlarsa, her dosyada, her konuda tek ses olmalı. Ama ne yazık ki, gerçek böyle değil. Zirvelerde bir Avrupalı konuşuyor, sonra bir başka Avrupalı... Ve kimse dinlemiyor!"
Ve işte Fransa'nın Avrupa İşleri Bakanı Pierre Lellouche'un uyarıları: "Küreselleşme sürecinde yanıt bulmamız gereken soru şu: Avrupa modelinden ve dünya yönetiminde Avrupa'nın yerinden ne kaldı? Gerilere düşmeye başladık ve çok hızla iyice altlara itilmemiz tehlikesi var. Avrupa'nın etkisi sürekli zayıflıyor. İlk kez toplantılarda Avrupalılar'ın görüşleri bile sorulmadan karar alınıyor. Dikkat; Avrupa önemini ve saygınlığını tüketmek üzere. Dünya koşuyor, Avrupa sadece konuşuyor. 30 yıl sonrasının Avrupa'sı ne olacak? Dünya nüfusunun sadece yüzde 6'sının, dünya gayrisafi milli hasılasının da sadece yüzde 12'sinin temsilcisi; o kadar."
Yakında, çok yakında, kim kime muhtaç olacak acaba? Türkiye mi Avrupa'ya, Avrupa mı Türkiye'ye?