Bu işte bir iş var. Olumlu anlamda söylüyoruz. Düşünebiliyor musunuz; Fransa'da Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Almanya'da Başbakan Angela Merkel, seçim kampanyasında Türkiye'yi ana menü olarak seçmenin önüne koyup oylarını adamakıllı artırmışlar; Avusturya ve Hollanda başta olmak üzere birçok ülkede aşırı sağ partiler "Yabancı karşıtlığı" maskesi altında Türkiye düşmanlığını koç başı olarak kullanıp Avrupa Parlamentosu'na bir hayli temsilci sokmuşlar, böylece bir gün müzakereler iyi sonuçlansa bile son sözlerden birinin sahibi konuma gelmişler...
Ama Brüksel'de Avrupa Komisyonu'ndan, Avrupa Parlamentosu'ndan görüştüğümüz tüm yetkililer, "Üstünde durmayın" diyorlar, "Bunlar gelip geçici savrulmalar. Oysa Türkiye ile ilişkimiz tüm bu konjonktürel değişimlerin üstesinden gelecek kadar güçlü ve eski..."
Daha ilginci, Brüksel'de Türkiye'nin AB Daimi Temsilciliği'nde de aynı rüzgârlar esiyor: "Türkiye üyelik için ilk girişimini yaptığı 1959'dan bu yana neler görüp geçirdi. Bu da geçer. Geçecek. Yeter ki biz ev ödevlerimizi yapmaya devam edelim."
İradede eksilme yok
Bu durumda Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki depreme rağmen iyimserlik surlarından bir tuğla bile düşürmeyen gerek AB, gerekse Türkiye sözcülerinin gerekçelerini aktarmak vacip oldu. Söz onların.
Önce AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'le yaptığımız sohbetin notlarını aktaralım:
"Parlamento seçimlerine takılmayın. AB Komisyonu istikrarlı bir şekilde Türkiye'nin üyeliğini destekliyor. Bunu da AB Konseyi'nin (Üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarından oluşan ve yılda 4 kez toplanan liderler zirvesi) oybirliğiyle aldığı karara dayandırıyor.
Evet, Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonucuna takılmak yerine, iki taraf da, yani hem AB Komisyonu, hem de Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirmeye odaklanmalı. Türkiye açısından önemli olan, reform sürecini yeniden başlatması. Özgürlüklerin önünü açacak düzenlemeleri yapması: Özellikle din, ifade, basın özgürlüklerinde. Basın özgürlüğü konusunda kaygılarımız var. O nedenle sonbaharda yayınlayacağımız İlerleme Raporu'nda ifade ve basın özgürlüklerini ayrı başlıklar halinde ele alacağız.
Bir başka konu, hem Anayasa'da, hem de Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak düzenlemeler. Tabii bir de Sendikalar Kanunu var. 2006'dan beri gündeme getiriyoruz. Bu yasayı değiştirmek için birçok fırsat doğdu ama yararlanılamadı. O yüzden, üzgünüm, İstihdam ve Sosyal Haklar başlığı müzakereye açılamayacak. Oysa ben bu başlığın 3-4 yıl önce açılacağını düşünüyordum.
Ama Çek Cumhuriyeti dönem başkanlığında sıfır yazmayacaksınız. Bir başlık (Not: Vergilendirme) açılacak. (Not: Bugüne kadar her başkanlık döneminde, yani her 6 ayda 2 başlık açılıyordu. Şimdi bire inmiş oldu!)
Kıbrıs sorunu mu? Elbette kalıcı bir çözümü destekliyoruz. Çözümün hem AB'ye, hem de Türkiye'ye olumlu yansımaları olacak."
Bu girişten sonra Rehn'e hepimiz soru yağdırmaya başladık. O sustu, adının yazılmaması koşuluyla AB Komisyonu'nun üst düzey bir yetkilisinin sözcüsü yanıtladı:
"2009 sonuna kadar Türkiye'den ne mi bekliyoruz? Elbette özgürlükleri genişletecek yasal düzenlemeleri. Temel haklarla, ifadeyle, basınla, dinle ilgili özgürlüklerin önünün açılmasını. Dini özgürlükler derken, öncelikle Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasını ve Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos'un ekümenik sıfatının tanınmasını kastediyoruz...
Biliyorsunuz, 8 başlığın askıya alınması kararı bu Aralık'taki AB zirvesinde gözden geçirilecek. O zamana kadar Kıbrıs'ta çözüm olmazsa ve Türkiye limanlarını Rumlar'a açmazsa, ama atacağı bazı adımlarla AB Komisyonu'nun elini güçlendirirse, bu sorunun aşılmasında ciddi etki yapabilir."
Aldı bizi bir merak
Pardon... Bir dakika... Bu cümleleri Olli Rehn'le buluşmadan hemen önce de duyduk. AB Nezdindeki Daimi Temsilciliğimiz'deki öğle yemeğinde. Sağ olsun, AB ile müzakere sürecinin öne çıkmayan kahramanlarından Büyükelçi Volkan Bozkır'ın bizlere verdiği yemekte de benzer görüşler veya beklentiler dile getirildi. Onu da aktaralım:
"Korkmayın, Türkiye'nin Ek Protokol'deki yükümlülüklerini yerine getirmemesi, yani Rumlar'a limanlarını açmaması nedeniyle müzakereler kesilmez. Ancak bir koşulla: Türkiye başka alanlarda adım atarsa, açılım yaparsa. Örneğin, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması kararı alır ve açıklamak için uygun bir zaman kollayabilir. Ve öyle kritik bir anda açıklar ki, tüm ezberler bozulabilir. Askıya alınmış 8 başlığın gündeme geleceği günler gibi. Rumlar'a limanların açılmaması konusunun yeniden ısıtılacağı toplantılar gibi...
Ve böyle bir girişim, yani Ruhban Okulu'nun açılmasına karar verilmesi, diğer konulardaki olumsuz izlenimleri tümüyle silip süpürebilir..."
Dedik ya; bu işte bir iş var. Kıbrıs'ta kilitlenme olasılığına karşı Heybeliada'nın kilidi mi çözülecek? En iyisi Brüksel'i ve Ankara'yı izlemeye devam edin...