İşte bir 24 Nisan daha geldi çattı. Ama ufak-tefek birkaç olay dışında bugün herhalde en sakin, en gerilimsiz 24 Nisan'ı yaşayacağız.
Daha önemlisi, her yıl başımızın üstünde "Demokles'in Kılıcı" gibi sallanıp duran, Barack Obama'nın başkanlığa seçilmesinden sonra yakın tehdide dönüşen ABD'nin soykırım iddialarını tanıması olasılığı, Türkiye ile Ermenistan'ın ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan bir yol haritasında anlaştıkları açıklamasıyla birlikte tamamen gündemden düştü.
(Meraklıları için bir not: 24 Nisan'ı Ermeni soykırımı iddialarını anma günü ilan etme kararı nerede ve ne zaman alındı dersiniz? 1919 Mart'ında İstanbul'da! O tarihte aralarında Efrim Avetisyan, Zaruhi Galamkaryan, Mari İstanbulyan, Tigran Zaven, Şahan Perperyan, Ohannes Poghosyan, Merucan Parsamyan gibi İstanbul'daki Ermeni topluluğunun önde gelen isimlerinin de bulunduğu 13 kişilik bir organizasyon komitesi kuruldu. Komite çalışmaları sonucu 11 Nisan'ı "Soykırım kurbanlarını anma ve gözyaşı günü" kabul etti. Rumi takvimin 11 Nisan'ı, Miladi takvimin 24 Nisan'ına denk geliyor. 1919'da ilk anmanın yapıldığı gün İstanbul'daki tüm Ermeni dükkânları ve okulları kapatıldı, kiliselerde ayinler düzenlendi. Daha sonra diasporanın çabalarıyla 24 Nisan etkinlikleri dünyanın neredeyse her yerine yayıldı. Kısacası 24 Nisan Atatürk'ün Anadolu'ya geçmeye hazırlandığı günlerde, işgal altındaki 1919 İstanbulu'nda doğdu.)
Stratejik bir tehdit
Konumuza dönelim. Evet, ABD'nin Ermeni soykırımı iddialarını tanıması riski artık iyice azaldı. Hatta Türk, Ermeni ve dileyen diğer ülkelerin tarihçilerinden oluşacak komisyon bu konuda bir sonuca varıncaya kadar askıya alınmış oldu.
Bu çok ama çok önemli bir gelişme. Tamam, soykırım iddialarını bugüne kadar Uruguay'dan Fransa'ya, Rusya'dan Vatikan'a kadar 20'yi aşkın devlet tanıdı. Ama ABD'nin de kervana katılması, 1915 olaylarını "Soykırım" diye nitelemesi diğer devletlerinkine benzemez. Yani Türkiye böyle bir gelişmeyi büyükelçisini bir süreliğine geri çekme gibi standart tepkiyle geçiştiremez. İki ülke ilişkilerinde onarılamayacak depremler meydana gelir. Bunun da "Dünyanın can damarı" denilen bu bölgede jeostratejik yıkımları olur. 1963'te İsmet İnönü'nün Başkan Lyndon Johnson'a yazdığı mektuptaki "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır" kehaneti gerçekleşir.
"Demokles'in Kılıcı"nın kafamızın üstünden uzaklaştırılmasıyla sadece Türkiye-ABD ilişkilerindeki potansiyel bir tehlike ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleştirmenin önündeki iki büyük engelden biri (Diğeri Dağlık Karabağ sorunu) ortadan kalkmadı, aynı zamanda Ermeni iddialarını (Daha doğrusu diasporanın iddialarını) daha sağlıklı ve soğukkanlı biçimde tartışma zemini de doğdu.
O zemini tüm taraflar iyi değerlendirmeli. Çünkü bu sorun kökünden çözümlenmedikçe, Türkiye ile Ermenistan'ın pek de uzak olmayacağı anlaşılan bir gelecekte ilişkilerini normalleştirmeleri "Soğuk barış"tan öte bir sonuç vermez.
Oysa iki tarafın da yitirilmiş dostluğu yeniden canlandırmaya ihtiyaçları var. Hem Türk ve Ermeni halkları için. Hem de Kafkaslar'a barış ve istikrarı getirmek için.