Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu dünyanın en büyük 20 ekonomisinin liderleri, son 50 yılın en ağır krizinin giderek derinleştiği, kaygıların "Topyekun çöküş" korkusuna dönüşmeye başladığı bir ortamda Londra'da toplanıyor.
Küresel ekonominin nabzını tutan uluslararası kuruluşların zirve öncesi açıkladıkları son veriler karamsarlığı daha da artırdı.
Dünya Bankası'na göre en zengin ülkelerin ekonomilerindeki yüzde 2.9 daralma nedeniyle küresel ekonomi yüzde 1.7 gerileyecek. Oysa Dünya Bankası daha geçen Kasım'da dünya ekonomisinin 2009'da yüzde 0.9 büyüyeceği görüşündeydi.
OECD'ye (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) göre, bu yıl dünya ekonomisindeki küçülme yüzde 4.3'ü bulacak. Bu da 2010'da örgüt üyesi ülkelerde işsizliği yüzde 9.9'a çıkaracak. OECD başta musluklarının açık tutulması olmak üzere birçok koşul yerine getirilirse, 2010'da bir kıpırdanmanın olabileceği görüşünde.
Asya Kalkınma Bankası'na göre ise, 2009'da ekonomiler ortalama yüzde 3.4 daralacak.
Tüm bu tahminler tek bir mesaj veriyor: "2009'u unutun, çünkü şimdiden kaybedildi; hiç değilse 2010'u kurtarmaya bakın!"
20 liderin henüz ilk çeyreğini geride bıraktıkları, önlerinde her gün binlerce kişinin daha işlerini yitirecekleri uzun, çok uzun 9 ayın daha bulunduğu bir yıl için "Unutun" çağrılarını kabullenmeleri siyaseten imkânsız. O nedenle hepsi de Londra'ya öfkeli ve mutlaka bir şeyler yapılması, "Yarım önlemlerle asla yetinilmemesi" kararlılığıyla gittiler. Ama sorun şu: Küresel krize karşı hepsi de farklı reçeteler öneriyor. "Hepsi" derken, G20 bünyesindeki değişik grupları kastediyoruz.
Öneriler ve istekler?
- ABD ve İngiltere'nin başını çektiği grup, kapsamlı ve yüklü ekonomik canlanma paketleri hazırlanmasını istiyor. (Not: ABD'nin bugüne kadar açtığı paketlerin tutarı 3 trilyon dolara ulaştı.)
- Almanya ve Fransa'nın öncülüğündeki grup finans sektörünün disiplin altına alınması için yeni kurallar ve yeni düzenlemelere öncelik verilmesinde ısrar ediyor.
- Dünyanın en büyük döviz rezervlerine (3 trilyon dolar) sahip olması nedeniyle Londra zirvesine güçlü konumda katılan Çin ise uzun bir liste hazırladı: IMF kaynaklarının takviye edilmesi, yeni bir küresel rezerv parası yaratılması (Değeri belli başlı paralardan oluşacak sepete göre belirlenecek), ekonomiyi canlandırma paketlerine daha büyük tutarlar ayrılması, finansal kesime yeni krizlere yol açmasını önleyecek kurallar getirilmesi...
Peki, Türkiye'nin zirvedeki gündemi ne olacak? Ya da Türkiye'nin bu krizde başlıca kaygıları neler? Cevabı Başbakan Erdoğan dün Londra'ya giderken biraz çıtlattı: "Özellikle serbest piyasa ekonomisinden taviz verilmemesi ve korumacı politikalara yönelim gösterilmemesi konusunda bir görüş birliği oluşacağını düşünüyorum. Ticaret ve finans alanında korumacılığın artması, bugünkü durumu daha da kötüleştirme potansiyeline sahiptir."
Anlamı: Her ülke kendi başının çaresine bakmaya kalkarsa, sınırlarda kalın duvarlar yükselir. Bu da dünya ticaretinin tıkanmasına neden olur. Böyle bir sonuç ihracata dayalı büyüme modeli benimsemiş olan Türkiye gibi ülkelere ağır zararlar verebilir.
Haklı. Zaten başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere uluslararası kuruluşların, önemli iktisatçıların ve sağduyusunu yitirmemiş siyasilerin altını çizerek vurguladıkları en büyük tehlike de bu.
Londra zirvesinde bu tehlikeyi bertaraf edecek çözümler üretilebilecek mi bilmiyoruz ama bir şey kesin: Kapitalizme alternatif sistemler öneren hayalciler de, kapitalizmin reforme edilmesini isteyen gerçekçiler de umduklarını bulamayacaklar...