Bu yazımızda durum tespiti yapmayı ve ufukta ilk işaretleri belirmeye başlayan potansiyel tehlikelerle ilgili kaygılarımızı anlatmayı amaçlıyoruz.
Demokratik Toplum Partisi (DTP), 29 Mart yerel seçimlerinde Güneydoğu illerinin çoğunda başarılı oldu. Hatta bazılarında fark atarak: Diyarbakır'da (Yüzde 65.43), Batman'da (Yüzde 59), Hakkâri'de (Yüzde 79!), Şırnak'ta (Yüzde 53), Van'da (Yüzde 51.84) olduğu gibi.
Dahası -en azından DTP'nin yerel yöneticilerince- bu başarı farklı boyutlarla yorumlandı: "CHP'nin Güneydoğu'da son muhtarlığı yitirmesi", "MHP'nin bölgeye sokulmaması" gibi...
Adını koymaya başladılar
O kadarla da kalınmadı, yine Kürt siyasilerden ve aydınlardan kimileri işi, "Sandık bölgenin sınırlarını yeniden çizdi" yorumlarına kadar vardırdı. Biz "Bölge" diye yazdık ama onlar o yorumlarda başka bir sözcük, başka bir isim kullandılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Bağdat ziyaretine damgasını vuran "Söyledi mi, söylemedi mi" polemiğindeki o ünlü yoksa tabu mu demelisözcüğü veya adı.
Bir-iki önemli notun daha eklenmesi gerekiyor: DTP'liler seçim kampanyasının odağına sadece kimlik ve kültürelsiyasal taleplerini değil, Öcalan'ı da yerleştirdiler:
"Öcalan, 2010 Nevruz'unda aramızda olacak" (Leyla Zana), "Öcalan özgürleşirse 'Barış' diyebiliriz" (DTP Genel Başkanı veya Eşbaşkanı Ahmet Türk) gibi.
Bu parçalar birleştirildiğinde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: DTP ile PKK'nın entegrasyon süreci tamamlandı. (Not: DTP'liler "PKK ile aranıza mesafe koyun" çağrılarını ve uyarılarını bugüne kadar hep "Tabanlarımız aynı" gerekçesiyle geçiştiriyorlardı. Şimdi tabandan sonra tavan da birleşmiş oldu. Daha doğrusu, tavandaki bütünleşme, yani DTP'nin iplerinin aslında PKK'nın elinde olduğu gerçeği artık aleniyete döküldü.
Obama'nın jestinin önemi
Sevgili Yavuz Donat bugünkü yazısında "1 Nisan 2009'un Türkiye'si, 28 Mart 2009'un Türkiye'sinden daha rahat" değerlendirmesi yapıyor ve ekliyor: "Çünkü gaz sıkışması sona erdi."
Katılıyoruz ama Güneydoğu hariç! Orada kampanyada bizzat DTP'lilerce erişilemeyecek yüksekliğe çıkarılan beklentiler çıtasının seçim sonuçlarıyla taban talebine dönüşmesiyle, yeni bir gaz sıkışmasının tetiklenmesinden korkuyoruz.
ABD Başkanı Barack Obama işte böyle bir süreçte Türkiye ziyaretinin Ankara durağında Meclis'te grubu bulunan tüm partilerle birlikte DTP lideri Ahmet Türk'le de görüşme ya da tanışıp elini sıkma isteğini iletti. (Not: Devlet ve hükümet başkanları bir ülkeyi ziyaret ettiklerinde, iktidar ve ana muhalefet liderleriyle görüşürler. Türkiye'de de bugüne kadar bir-iki istisna dışında bu kural uygulandı. İstisnalara Obama da eklenmiş olacak.)
Şu sıralar kimsenin aklına getirmediği Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davası kararının açıklanmasının öncesinde, DTP için gerçekten önemli bir gelişme. Obama'nın jesti meşruiyet tartışmalarında hiç kuşkusuz Türk ve arkadaşlarının elini güçlendirecek.
Farklı söylemler, yeni talepler
Obama'nın bu jesti ayrıca bu ay sonuna doğru veya Mayıs başında Erbil'de toplanması beklenen "Kürt Konferansı"nın öncesine denk geliyor. DTP böylece Erbil'e daha güçlü gidecek. Sadece DTP değil Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin (Not: Irak Anayasası'ndaki tanım farklı; ilk iki sözcüğün yerine o malum isim kullanılıyor!) Cumhurbaşkanı Mesud Barzani'nin konferansa katılma davetini kabul eden PKK da! Morali iyice yükselmiş PKK'nın konferansta yapılacağı söylenen "Silahsızlanma" çağrısını kabul etmesi mümkün mü?
Tüm bu gelişmeleri biz "Türkiye'nin Kürt sorununun çözümü için taleplerin kimliğin, kültürel hakların, hatta siyasal hakların çok ötesine geçeceği, yeni söylemlerin, farklı planların seslendirileceği bir dönemin eşiğine geldiği" şeklinde okuyoruz ve kaygılanıyoruz.
Dileriz yanılırız. Çünkü haksız çıkmayı hiç bu kadar güçlü arzulamadık...