Bir süre önce yitirdiğimiz sevgili ağabeyimiz, basının Bab-ı Ali döneminin önemli isimlerinden Turgut Dinsel'i (Meşhur "Arap Turgut") anmak için biz bir grup dostu akşam yemeğinde bir araya geldik.
Masada merhum Turgut Özal'ın Türk bankacılık sektörüne kazandırdığı bir yıldız ile son yıllarda epey badire atlatmış bir işadamı da vardı.
O nedenle sohbet zaman zaman küresel finansalekonomik kriz ve Türkiye'ye yansımaları konusuna da kaydı.
Yönettiği bankayı geçen yıl yabancılara satmış olan bankacı, "Satış bedelini nakitte tutuyorum" dedi.
İşadamı krizin ilk işaretlerini iki yıl önce tedavi için gittiği ABD'de gözlemlediğini, hemen portföyündeki atıl taşınmazları satıp nakte döndüğünü anlattı, "Gecikseydim, bugün mal varlığımın değeri yarıya inmiş olacaktı" dedi.
Sorduk: "Krizin aynı zamanda sıradışı fırsatlar yarattığı da söyleniyor. Ellerinde ihtiyaç dışı nakit bulunanların yeni yatırım alanları aramaları için uygun zaman değil mi?"
Yanıtladılar: "Haklısınız, riski sevenler için bundan daha ideal ortam zor bulunur. Defter değerinin neredeyse yüzde 10'una düşmüş, sağlam ve geleceği parlak şirketler var. Bunları bulup satın alacak olanlar, kriz sonrası dönemde çok kazançlı çıkabilirler."
Keynes reçeteleri
Sorduk: "Birçok hükümet krizden çıkış için İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes'in reçetelerine sarıldı. 1929 krizinde uygulanan bu politikalar bugün de geçerli olabilir mi?"
Güldüler: "O reçetenin can alıcı bölümünü devletin altyapı yatırımları için kesenin ağzını açması, hatta bu amaçla kamunun katlanılabilir borç limitlerini delmeyi bile göze alması oluşturuyor. İyi hoş da; 1929 krizinde işlerini yitirenler kol işçileriydi. Yani çok büyük bölümü niteliksiz olan fabrika çalışanları. Oysa bu krizde öncelikle işlerini yitirenler beyaz yakalılar. Yani nitelikli elemanlar. Bir bilgisayarcıyı, programcıyı, Silicon Vadisi'nin elemanını, bankacıyı, yol, köprü yapımında, taş kırmakta kullanamazsınız. Bu da Keynes'in reçetesinin en azından yoğun işsizliği altyapı yatırımlarıyla eritmek iddiasının günümüzde pek gerçekçi bir çözüm olmadığını ortaya koyuyor."
Yine sorduk: "Bugün itibariyle krizin Türk bankacılık sistemine etkileri hangi düzeyde?"
Bankacı dostumuz anlattı: "Türk bankacılık sistemi krize diğer ülkelere göre daha hazırlıklı ve sağlam girdi. Hem 2001 krizi sonrası yapılan köklü reformlar sayesinde, hem de bankaların aktifleri toplamının gayrisafi milli hasılaya oranının büyük riskler içermemesi nedeniyle. Bakın İzlanda, Macaristan, İrlanda, Baltık Cumhuriyetleri gibi krizin kasıp kavurduğu ülkelerde bankaların aktifleri toplamı, gayrisafi milli hasılanan 2 ile 6 katı arasında bir rasyoya ulaşıyor. Oysa Türkiye'de bu oran gayrisafi milli hasılanın yarısı kadar ya var, ya yok. O nedenle, bir an için tüm bankaların darboğaza girdiğini varsaysak bile -ki böyle bir şey söz konusu değil- Türk ekonomisi yoluna devam eder."
Sorduk: "Bankalar için en önemli sorun ne?"
Bir kez daha bankacı dostumuz cevapladı: "Bankalar şu sıralar süresi dolan kredileri yeniliyorlar ama yeni kredi açmakta pek istekli davranmıyorlar. Oysa topladıkları mevduata faiz ödüyorlar. Kasalarında tuttukları, nemalandırmadıkları paraya faiz ödemeleri bir süre sonra bilançolarında dengesizliğe yol açabilir."
Kriz sonrası dünya
Bir soru daha: "Krizden sonra bizi nasıl bir dünya bekliyor?"
İşadamı dostumuz atıldı, "Bunu da ben yanıtlayayım" dedi. Söz onun: "Kapitalizm, liberal ekonomi, ABD'nin kuruluş felsefesinin özünü oluşturuyor. Neredeyse 240 yıldır alabildiğine rekabete dayalı kapitalizmin egemen olduğu bu ülke bir gecede en büyük bankalarını devletleştirdi. Yani bir gecede kapitalizmden vazgeçti. Ama geçici, ama kalıcı olarak. Bu bile dünyanın ne derin değişikliklerin eşiğinde olduğunu göstermeye yeterli."
Son soru: "Kriz sizce ne zaman biter, ne zaman ekonomiler yeniden canlanmaya başlar?"
İkisi de hiç düşünmedi. İşadamı "2012 sonuna doğru" dedi, bankacı ise "2013 başı!"
Bize de bu tahminleri biraz içimiz daralarakbir kenara not etmek düştü...