Dünyanın yeni ABD Başkanı'nı karşılayacağı gün AB Komisyonu da 2008 Türkiye İlerleme Raporu'nu açıklayacak.
AB sürecinde yıllık karnemiz anlamına gelen raporun açıklanmasına şunun şurasında neredeyse bir hafta kaldı ama çok dar bir çevrenin dışında kimse ilgilenmiyor. Ne geçmiş yılların heyecanı var, ne de "AB acaba bu kez ne eleştiriler yöneltecek" kaygısı.
Çünkü gerek siyaset ve iş çevreleri, gerekse sivil toplum örgütleri, son satırları yazılmakta olan raporun içeriğini tahmin ediyorlar .
Çünkü AB'ye uyum reformları açısından koca bir yılı boşa harcadığımız için rapordaki eleştirileri de ezbere sıralayacak kadar isabetle kestirebiliyorlar.
Ve çünkü AB'nin derin bir hayalkırıklığı içinde olduğunu, bu karamsarlığın rapora da yansıyacağını çok iyi biliyorlar. (Not: Komisyon'un bir ara AB liderlerine Türkiye'yle müzakerelerin askıya alınması tavsiye etmeyi bile ciddi ciddi düşündüğü iddiaları dolaşıyor.)
Ne yazık ki, Ankara'nın süreci ağırdan alması, Brüksel'e de frene basmak için meşru bir gerekçe sağladı. Bu da AB'de her dönem başkanlığında iki başlığın açılması eğilimini veya gizli mutabakatını değiştirilmesi zor bir kurala dönüştürdü. İşte 1 Ocak 2009'da dönem başkanlığını devralacak Çek Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı Tomas Pojar dün açık açık söyledi: "Biz de Fransa'nın dönem başkanlığında başlayan tempoyla fasılları açmaya devam edeceğiz." Yani 2009'un ilk yarısında da iki başlık açılacak. Böylece bir arpa boyu daha yol alınmış olacak. (Bir not daha: Fransa'nın dönem başkanlığının dolmasına iki ay kaldı ama Paris'ten ses seda çıkmıyor. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Fransız kamuoyundan gelecek tepkileri mümkün olduğu kadar azaltmak için, dönem başkanlığının son haftalarında, adeta yangından mal kaçırır gibi iki başlık açacağı belirtiliyor.)
2009 yılı perspektifleri
Bununla birlikte biz 2009'dan itibaren Türkiye-AB ilişkilerinde bir hareketlenme bekliyoruz. Birçok nedenden ötürü:
- 2006 sonundaki AB zirvesinde 8 başlığın askıya alınması kararı 2009 sonundaki zirvede gözden geçirilecek. AB liderleri Türkiye'ye limanlarını ve havaalanlarını Rum gemileri ve uçaklarına açması için 3 yıl süre tanımışlardı. Kıbrıs'ta halen iki toplum liderinin yürüttükleri barış ve birleşme görüşmelerinin ise en geç 2009'un ilk yarısında sonuçlandırılması öngörülüyor. Öyle veya böyle. Ya anlaşmaya varılacak ya da iki toplum kendi yollarına gidecek. İlk olasılıkta 8 başlıkla ilgili ambargo kendiliğinden kalkacak. Ama adada son şans görüşmeleri de başarısızlığa uğrarsa, Türkiye'nin ve AB'nin Kıbrıs politikalarındaki tercihlere göre her türlü sürprize açık gelişmeler bizi bekliyor.
- Türkiye iki yıl boyunca iç sorunlarını gerekçe göstererek ertelediği reformları daha fazla geciktiremez : Yeni Anayasa, hukuk reformu, siyasi partiler ve seçim yasalarının yenilenmesi gibi beklentilerin, sadece dıştan değil, içten de gelen baskılar, hatta ısrarlı talepler sonucu veya sayesinde Ankara'nın 2009 yılı gündeminin ana maddelerini oluşturması kaçınılmaz.
- Dünyanın siyasal düzeninin temellerini sarsan Gürcistan savaşı, AB'nin küresel güç olma iddiasında Türkiye'nin jeostratejik önemini bir kez herkese gösterdi. Küresel mali krizin tetiklediği yeni ekonomik düzen arayışlarında da AB'nin etkin bir rol kapabilmek için Türkiye'ye kesinlikle ihtiyacı olacağı da seslendirilmeye başlandı bile : "Ekonomik, finansal ve sosyal örgütlenme biçimlerinde küresel bir çatışmaya doğru sürükleniyoruz. ABD sosyal adaletsizlikleri derinleştirme ve istikrarsızlığı göze alma pahasına büyük olasılıkla piyasa aktörlerine tam özgürlük anlayışına bağlı kalacak. Avrupa ise tam tersine istikrara, sosyal dayanışmaya önem verecek. ABD ile Avrupa arasındaki bu çatışmaya hazırlık olarak, Avrupa kitlesel gücünü pekiştirmek zorunda. 550 milyon Avrupalı'ya 71 milyon Türk tüketicinin daha katılması hayati önem taşıyor. Çağdaş kapitalizmin dengelenmesinde ABD'nin değil Avrupa'nın çözümlerinin kabul görmesi için, Türkiye mutlaka AB'ye üye alınmalı." (Fransa eski Başbakanı Michel Rocard)
"2009'da Türkiye-AB ilişkileri hareketlenecek" derken boş hayaller kurmuyoruz...