Fransa eski Başbakanı Dominique de Villepin'in özel kalem müdürlüğünü yapan ve şimdi iktidar partisi UMP (Halk İçin Hareket Birliği) milletvekili olan Bruno Le Maire, "Devlet Adamları" adıyla bir kitap yazdı.
Eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, halefi Nicholas Sarkozy ve Dominique de Villepin arasındaki ilişkilerin anlatıldığı, "L'Express" dergisinin bazı bölümlerini yayınladığı kitapta Türkiye'den de söz ediliyor. Daha doğrusu Sarkozy'nin iflah olmaz Türkiye karşıtlığından. Şöyle:
Sarkozy, Türkiye ile AB arasında katılım müzakerelerinin başladığı 3 Ekim 2005'ten birkaç gün önce, 23-24 Eylül tarihlerinde o sıralar genel başkanlığını yaptığı UMP'de Avrupa'nın geleceği konusunda bir kurultay düzenledi ve Türkiye'nin AB üyeliğine parti olarak karşı çıkılmasını öngören bir önergeyi kabul ettirdi. Başbakan de Villepin hemen Chirac'a koşup hükümetin Türkiye poltikalarına ters düşen bu kararın yol açabileceği zararlar konusunda uyardı. Gerisini "Devlet Adamları"ndan aktaralım:
"Cumhurbaşkanı, de Villepin'e UMP'nin aldığı kararı bir kez daha anlattırdı, bir süre sustu ve cevap verdi: 'Haklınız, böyle birşey kabul edilemez. Nicolas Sarkozy'yi arayacağım. Ona karar metnini okuduğumu, bunun siyasi tercihlerimize de, Fransa'nın çıkarlarına da uygun olmadığını, bu girişiminin sonuçlarına katlanması gerekeceğini söyleyeceğim.' Chirac akşama doğru de Villepin'i aradı: 'Tamam Dominique, Nicolas ile telefonla görüştüm. Ona sakin bir şekilde karar metninin Fransa'nın sadece tutumuna değil, çıkarlarına da aykırı olduğunu anlattım. İnan , küçük bir çocuk gibiydi . Gerçekten küçük bir çocuk. Tabii hemen geri adım atmasını istemeyeceğim. Ama ilk fırsatta ona görüşünü değiştirteceğim. Bu tutumu kabul edilemez.' Sonra sesine bir pişmanlık ve düşkırıklığı tonu vererek 'Yaptığı hiç de onurlu birşey değil' diye ekledi."
Davutoğlu ve Öymen
Ancak Chirac ne yazık ki Sarkozy'nin görüşünü değiştiremedi. Gerisi malum. Türkiye'yi bezdirmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Hele bu yıl, özellikle de yılın ikinci yarısı tam cümbüş olacak; çünkü AB dönem başkanlığı Fransa'ya geçecek.
Peki Türkiye, Sarkozy'nin bu ayak oyunlarına tepki göstermeli mi? Daha doğrusu nasıl tepki göstermeli?
Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu birkaç gün önce CNN Türk'te Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini değerlendirirken, bu konuda şöyle konuştu:
"Birşeyi vurgulamakta fayda var; sûkunet dediğiniz şey bazen gereklidir. Biz kriz anlarında Türkiye olarak Avrupa'daki bazı çevrelerin beklediği sert tepkileri vermiş olsak, ilişki şu ana kadar çoktan askıya alınmıştı. Şu anda süreç sürüyor. Konuya bir de bardağın dolu ve boş tarafı açısından bakmak gerekiyor. Fransa'nın tutumunu değerlendiriyoruz ama bir de İngiltere'nin tutumuna bakın. İsveç'in tutumuna bakın. Kastettiğim şu; Avrupa'da her zaman aynı dili paylaşmadığımız aktörler de var, çok iyi ortak dil paylaştığımız aktörler de var."
Bu değerlendirmeye katılmayanlar da var elbette. Örneğin CHP Genel Başkan Yardımcısı, emekli büyükelçi Onur Öymen geçen hafta Meclis'in AB Uyum Komisyonu'nda şöyle konuştu:
"Bazı ülkeler bize güçlük çıkarabiliyor, Fransa, Almanya, vs. Fakat AB'de kararlar oybirliğiyle alınıyor. Yani Türkiye'yi kuvvetle desteklediğini söyleyen ülkelerden mesela İngiltere, İtalya, İspanya, Portekiz, İsveç, bir tanesi 'hayır' dese bu belge çıkmayacak. (Not: Lizbon'daki liderler zirvesi sonuç bildirisinin Türkiye paragrafından Sarkozy'nin diretmesiyle "Katılım müzakereleri" ifadesinin çıkarılmasını kastediyor.) Demek ki, bizi desteklediklerini söyleyenler de buna razı olmuş. Şimdi bizim üzerinde duracağımız nokta burası. Yani bizim gerçek dostumuz kim?"
Öymen "Alttan alırsak, bize yapılan haksızlıkları görmezlikten gelerek veya önemsemeyerek yola çıkarsak hiçbir yere varamayız" diyerek, AB'nin negatif ayrımcılığına gereken tepkinin gösterilmesini istiyor.
Bu konu çok tartışılacak. Tartışılmalı da. Çünkü kendi ifadesiyle, "Aklıyla değil hayvani içgüdüleriyle hareket eden" Sarkozy nasırımıza bastıkça kamuoyu da AB'yi hedef tahtası yapacak.