Başbakan Erdoğan'ın "Dağa çıkışı durdurmak, inişi teşvik etmek" arayışlarıyla ilgili açıklamaları sıkıntılı -ama gerekli- bir tartışmanın tetiğine bastı.
Aslında bu konuyu gündeme ilk getiren Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ oldu. Geçen ay (15 Kasım) KKTC'nin kuruluş yıldönümü resepsiyonunda meslektaşlarımızın "Sınır ötesi operasyon"la ilgili sorularını yanıtlarken şöyle konuştu: "Şu sorulsa belki doğru; 'Siz böyle diyorsunuz da, terör örgütünün dağ kadrosu 5 bin civarında, bunlar niye bitmiyor?' Bu, haklı bir soru. Esasında terör örgütüyle mücadelede hayati bir konu. Devletin alacağı tedbirlerle terör örgütüne katılımları engellediği ve kontrol altına aldığı zaman, aynı anda dağ kadrosunun çözülmesi için de adımlar atılacak. O zaman bu terör örgütünün dağ kadrosunu da etkisiz hale getiririz ve terörle mücadelenin sürecinde beklenenden daha aşağı sürelere çekebiliriz."
Başbuğ'un bu sözleri bir beklenti veya talebin ötesinde, "PKK'nın dağ kadrosunu çözmek için hükümetle ortaklaşa bir çalışmanın ya da hazırlığın yürütülmekte olduğu" mesajını veriyordu. Ayrıca terörle mücadelenin asli sorumlusu olarak ilk açıklamayı yapmakla, siyasi iktidarın hem önünü açıyor, hem de elini güçlendiriyordu. Daha önemlisi, gerekli önlemleri hükümetin veya siyasi iktidarın değil "Devlet"in alacağını vurgulayarak "Biz de elimizi taşın altına koyduk" demeye getiriyordu.
"Eve dönüş" değil
Erdoğan işte Silahlı Kuvvetler'in Org. Başbuğ aracılığıyla açtığı bu yoldan yürüdü. Geçen Cuma günü önce AK Parti genişletilmiş il başkanları toplantısında, birkaç saat sonra da Lizbon yolunda bizim de yer aldığımız 6 gazeteciyle sohbette dosyanın kapağını araladı:
"Biz dağa çıkışı engellemek ve dağda da bu kanlı teröre bulaşmamış, karışmamış olanlara 'Gel, ananınbabanın yanına git' diyoruz." (AK Parti il başkanlarına)
"Yeni bir çalışmayla dağa çıkışları minimize edebiliriz, yok edebiliriz, Sonra da dağdan inişi sağlayabiliriz." (Lizbon yolunda, "Ana" uçağında biz gazetecilere)
Dikkat edilirse, Erdoğan'ın çizdiği çerçeve Org. Başbuğ'un belirttiği iki hedefle tamamen örtüşüyor.
Yani amaç, muhalefetin iddia ettiği gibi, bir "Af" ya da "Teröristle pazarlık" arayışı değil. Hatta sadece "Eve Dönüş Yasası" benzeri bir yasal düzenleme de değil.
O kadarla sınırlı olsaydı, zaten yasa çıkarmaya da gerek yoktu. Çünkü 1985'ten bu yana "Eve dönüş", "Topluma kazandırma"" gibi isimlerle 7 kez "Pişmanlık" yasası çıkaran (3216, 3419, 3618, 3853, 4085, 4450, 4959 sayılı kanunlar) ve hiçbirinde de beklenen sonucu elde edemeyen Türkiye, aynı hataya bir daha düşmemek için Türk Ceza Kanunu'yla kalıcı bir düzenleme getirdi. Yasanın "Etkin pişmanlık" başlıklı 221'inci maddesiyle eline kan bulaşmamış örgüt üyelerinin ve gönüllü olarak örgütten ayrılanların herhangi bir cezaya çarptırılmadan serbest bırakılmasını hükme bağladı.
Evet, hazırlıkları süren yeni çalışma sadece dağdan inişleri özendirmeyle sınırlı olsaydı, örgüt üyelerine TCK'nın 221'inci maddesini göstermekle veya hatırlatmakla yetinilirdi.
Yasa değil paket
Erdoğan'ın dün de tekrarladığı "TCK'nın 221'inci maddesi çerçevesinde daha esnek bir düzenleme yapılması", işin sadece küçük bir bölümü. Bize göre, terörle mücadelede bir "Dönemeç" olacak iddialı bir paket hazırlığı var. Siyasal, kültürel, ekonomik ve diplomatik ayakları olan bir paket.
Çünkü Baykal'ın da o ünlü "Kürt açılımı"nda belirttiği gibi, "Sadece operasyonlara dayalı çözüm olamaz. Eve Dönüş'ün de, kültürel hakların da ötesinde bir şeyler yapılması lazım."
Burada iki önemli nokta var: Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in "Çok kapsamlı bir şey olacak" dediği "Paket", mümkün olduğunca geniş uzlaşmayla hazırlanmalı ve kesinlikle aceleye getirilmemeli. Anlaşılan getirilmeyecek de.
Çiçek boşuna "6 ay sonra konuşacaklarımızı bugünden gündeme getirmeyelim" demiyor.