Hitler orduları Paris'e girince General de Gaulle halka "Fransa bir muharebeyi kaybetti, savaşı değil" diye seslenmişti.
Kabul edersiniz veya etmezsiniz; Ermeni iddialarına karşı 42 yıldır (İlk kez 1965'te Uruguay "Soykırım" demişti) verdiğimiz muharebeler, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde savaşı yitirmemizle noktalandı.
Şimdi yenilgiyi hafifletici nedenler arama derdine düştük.
Neymiş; komitede 2000'deki oylamada 38-12, beş yıl sonra 40-7 olan dağılım bu kez 27-21'e inmiş. Bu da tezimizi destekleyenlerin sayısının arttığı anlamına geliyormuş.
İyi ama tasarıya "Hayır" oyu veren 21 milletvekilinden hiçbiri görüşlerini açıklarken Ermeni tezlerini reddetmedi ki. Onlar Bush yönetiminden gelen "Tasarı geçerse Türkiye'yle stratejik ortaklığımız tehlikeye girer", "Irak ve Afganistan'daki kuvvetlerimizin ikmal yolları kesilebilir", "İncirlik kapatılabilir" gibi uyarıların caydırıcı etkisiyle destek vermediler. Başkan Bush da komitenin gözünü korkutmaya çalışırken, Türkiye'yi "Şantajcı ülke" konumuna düşürmüş oldu.
Neymiş; komitenin tasarıyı kabul etmesi her şeyin sonu değilmiş. Temsilciler Meclisi genel kuruluna gönderilmeyebilirmiş. Gönderilse bile reddedilebilirmiş. Orada kabul edilse bile Senato'dan dönebilirmiş. Oradan geçse bile "Yasa" niteliği taşımadığı için hükmü olmazmış...
Diyelim ki, tasarı bu yıl Temsilciler Meclisi ve Senato genel kurullarına gelmedi, gelse bile geçmedi. Varsayalım ki, gelecek yılı da "Atlattık". Peki ama nereye, ne zamana kadar? 2007 olmazsa 2008, o da olmazsa 2009, haydi o da olmazsa 2010'da kesin geçecek. Kim bilir belki de "Karar" değil, "Yasa" olarak. Çünkü Bush'tan sonra Beyaz Saray'a Ermeni tezlerinin sıkı destekçisi, 1915 olaylarına "Soykırım" diyen Hillary Clinton oturacak.
Sorunu dünyaya biz tanıttık
Yine kabul eder veya etmezsiniz; işin bu noktaya gelmesinde çok ciddi sorumluluğumuz var.
İster parlamentolarda olsun, ister eyalet, hatta belediye meclislerinde, nerede bir Ermeni tasarısı oylansa kıyameti kopardık.
Kanada'nın falanca eyaleti "Soykırım" dedi, haydi protesto notası. Arjantin kabul etti, ikili işbirliği anlaşmasını veto. İsviçre'nin bir kantonu kabul etti, Dışişleri Bakanı'nın ziyaretini iptal.
Daha irilerin (Fransa, Almanya, İtalya gibi) girişimlerine daha sert tavır: Boykot kampanyası, ihalelerden dışlama, ilişkileri soğutma...
Bu misillemelerle aslında Ermeni iddialarının reklamını yaptık. Dünya genelinde tanınmasını sağladık. Dostadüşmana bu konunun Türkiye'nin "Can evi" olduğunu kavrattık.
Bazen gülünç durumlara bile düştük. Geçen ilkbaharda Birleşmiş Milletler'de Ruanda soykırımı konusunda düzenlenen fotoğraf sergisini, panoların birinin bir köşesinde "Türkiye'de bir milyon Ermeni katledildi" ifadesi yer aldı diye kıyamet koparıp iptal ettirmemiz gibi. (Dikkatinizi çekeriz; "Soykırım" değil "Katliam" sözcüğü kullanılmıştı.)
ABD başkanları her yıl 24 Nisan'da yayınladıkları mesajlarda "Soykırım" tanımı yapmayınca sevinçten havalara uçtuk. Gazetelerde "Başkan bu yıl da 'Soykırım' demedi" manşetleri attık. Bu tepkimizin aslında korkumuzun, hatta ezikliğimizin itirafı anlamına geldiğini aklımızın ucundan geçirmedik.
Özetle, 1965'te küçücük Uruguay'ın attığı taş, 47 yıl sonra sadece dünümüzü değil, bugünümüzü de, yarınımızı da tutsak eden prangaya dönüştü.
Oysa sorunu 15 yıl önce gürültüsüz-patırtısız, dünyanın ruhu duymadan çözebilirdik. Nasıl? Cevabını yarın arayalım.