Çekoslovakya örneğinden mi esinlenildi, Kosova'dan mı cesaret bulundu, yoksa Belçika'daki gelişmelerden mi etkilenildi, bilmiyoruz.
Ama gördüğümüz bir şey var: Ankara'nın Kıbrıs politikası değişiyor. Bunun ilk ipuçları veya mesajları Cumhurbaşkanı Gül'ün -Hayrünnisa Hanım'ın türbanının gölgesinde kalan-KKTC ziyareti sırasında verildi.
Gül, KKTC Cumhuriyet Meclisi'nde yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununun çözümü için olmazsa olmaz parametreleri şöyle sıraladı: "Kıbrıs'ta iki ayrı halk, iki ayrı demokratik düzen, iki ayrı din ve iki ayrı devlet var. Çözüm ancak bu gerçeklerin gözetilmesiyle mümkün olabilir."
Kıbrıslı meslektaşlarımız, Gül'den önce adayı ziyaret eden Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın da çözümün "İki halk, iki demokrasi ve iki devlet" gerçeğine dayanması gerektiğini söylediğini belirtiyorlar. Tesadüf olabilir mi?
Kıbrıs'ta bugüne kadar olası çözüm hep "İki kesimli, iki toplumlu federasyon" temeline dayandırıldı. BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan'ın planında da "Tek federal devlet, iki toplum, iki eşit kurucu devlet ve tek vatandaşlık temelinde ortaklık" öngörüldü. Türkiye de bu statüye dayalı yeni Kıbrıs Federal Cumhuriyeti formülüne hem onay, hem de destek verdi.
Ancak önce Toptan, ardından Gül'ün seslendirdikleri yeni parametreler adanın öngörülen statüsünü kökünden değiştiriyor: "Toplum" yerine "Halk" kavramı telaffuz ediliyor, "Federasyon" yerine ise "İki ayrı devlet". Gül bir de "Tek vatandaşlık" yerine "İki ayrı din"i koyarak konuya bambaşka bir boyut getiriyor.
Bu kavram değişiklikleri ile ortaya konan yeni parametrelerden sadece bir sonuç çıkarılabilir: Federasyona dayalı çözüm geçmişte kaldı. Artık geçersiz.
Adanın yeni gerçekleri
Peki yerine ne geldi? Henüz seslendirilmiyor ama sıralanan bu veriler belki "Konfederasyon" modeliyle uyumlu olabilir. O da olmazsa? İki bağımsız devlet. Yani Çekoslovakya gibi. Önce ayrılmak, sonra sınırların kalktığı AB bünyesinde birleşmek.
Ankara'nın bu yeni söyleminde hiç kuşkusuz adada giderek daha çok çevre tarafından -kabullenilmese bile-itiraf edilen "Gerçekler"in ciddi bir etkisi var: Örneğin Rum kesiminin en güçlü partisi AKEL'in lideri ve 2008 Şubat'ında yapılacak seçimin başkanlık adaylarından Dimitris Hristofyas, "Taksime doğru gidildiğini" söylüyor. Avrupa Parlamentosu'nun Rum milletvekili Marios Matsakis, "Ufukta çözüm görünmüyor. Bundan sonra en doğrusu iki bağımsız devlet formülünü kabullenmek" diyor. Rum parlamentosu üyesi Yorgos Perdikis, "Adanın kalıcı olarak bölünmeye doğru gittiğini" belirtiyor. Yazılarını dikkatle izlediğimiz meslektaşımız Hasan Hastürer, "İki toplumun bırakın iç içe yaşamayı, iyi komşuluk ilişkileriyle yan yana yaşamak arzusunu bile yitirdiğini", "Rum tarafında Türkler'le siyasi eşitliğe dayalı çözüm yanlılarının yüzde 10'u bile bulmadığını", "Kapıların açılmasından sonra iki toplumun da birbirlerine ne kadar yabancılaştıklarını daha iyi gördüklerini" anlatıyor ve ekliyor: "Kapılar açıldı, surlar geçit verdi ama psikolojik duvarlar daha da yükseldi."
Bu gerçeklerin uluslararası platformda kabul görmesi ve ona uygun çözüm arayışları başlatılabilmesi için öncelikle tek kutuplu dünyanın tek süper, hatta hiper gücü ABD'nin "Yeşil ışık" yakması gerekiyor. Tıpkı Kosova'da olduğu gibi.
Tam noktayı koyarken şeytan kulağımıza kar suyu kaçırdı: "Kosova mı, yoksa Kuzey Irak mı? Kuzey Kıbrıs'a karşılık Kuzey Irak pişiriliyor olabilir mi? Henry Kissinger bile Irak'ın üçe bölünmesini istemeye başlamadı mı?"
Bakın şu şeytanın işine...