Başbakan Erdoğan dün sürpriz yaptı. Kamuoyu -ya da en azından medya-yeni Anayasa taslağını açıklamasını bekliyordu ama o yöntemi ve süreci anlatmakla yetindi.
Buna göre, Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki bilim kurulunun hazırladığı metin taslak değil. Sadece öneri.
Bu metin önce iktidar partisinin kendi bünyesinde oluşturduğu komisyonda değerlendirilip ve değiştirilip taslağa dönüştürülecek Ardından bu taslak kamuoyuna sunulacak: Siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, medyaya, üniversitelere. Ve hepsinden eleştirileriyle, önerileriyle katkı yapmaları istenecek. Erdoğan'ın açıklamalarından anladığımız kadarıyla, iktidar önerilere ve eleştirilere açık olacak ama alternatif taslaklara ilgi göstermeyecek. Oysa özellikle 1961 Anayasası'nın hazırlanması sürecinde Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu'nun çağrısıyla başta İstanbul ve Ankara üniversitelerinin hukuk fakülteleri seçenek metinler oluşturmuşlar, bu da tasarının olgunlaşmasına ve mutabakatın sağlanmasına ciddi katkıda bulunmuştu.
Tasarıyı kim hazırlayacak?
Başbakan anlattığına göre, makul süreye yayılacak ("Bizim bu konuda acelemiz yok. Yeterince zamanımız olacak" dedi) bu tartışmalar sonunda, gelen eleştirilerin ve önerilerin ışığında taslak Anayasa tasarısına dönüştürülecek. İşte burada can alıcı bir soru doğuyor: Tasarıyı kim hazırlayacak? Önerileri kim ayıklayacak veya değerlendirecek? Bizim önerimiz: Bu görev Meclis'te oluşturulacak partilerin gruplarının ağırlığı oranında temsil edileceği özel bir komisyona verilmeli. O komisyon taslağı tasarıya dönüştürmeli, Bakanlar Kurulu son revizyonu yapmalı, ondan sonra yasalaşma sürecine geçilmeli.
Ancak AK Parti'nin Özbudun ve arkadaşlarının metnini taslak haline getirirken izlemekte olduğu yöntemi taslağın tasarıya dönüştürmesinde de izlemesi, yani partinin Merkez Yürütme Kurulu'nda biçimlendirmesi olasılığı -şimdilik-ağır basıyor.
Erdoğan yeni Anayasa'nın dayanacağı temel ilkeleri de dün satır başlarıyla sıraladı. En önemlisi şu: 1961 ve 1982 Anayasaları'ndaki "Demokratik, laik ve sosyal devlet" ilkesi "Milletin temel değerleri"ni gözetecek biçimde yorumlanacak. Ya da Başbakan'ın ifadesiyle "Cumhuriyetin nitelikleri" ile "Vatandaşların hassasiyetleri" bütünleştirilecek. "Vatandaşın duyarlılıkları" kavramının içinin doldurulmasına ihtiyaç var. Konu yalnızca din eğitimi ve başörtüsüne indirgenirse, diğer kesimlerin "Duyarlılıkları" yeterince önemsenmezse, geniş mutabakatın sağlanmasında ciddi pürüzler ortaya çıkabilir.
Referandum süreci
Başbakan, anayasaların "Toplumun genelinin ittifak edebileceği metinler olması" gerektiğini vurgulayıp, yeni Anayasa'nın da "En geniş mutabakatla hazırlandıktan sonra halkın onayına sunulacağını" belirtti. Bu, Anayasa için çifte uzlaşma aranacağı anlamına geliyor. Önce kurumsal uzlaşma, ardından referandumda ulusal uzlaşma.
Erdoğan'ın "Her türlü görüşe açığız" taahhüdüne güvenerek, bir öneride bulunmak istiyoruz:
Yeni Anayasa tasarısının yasalaşması sürecinde Meclis'te 1982 Anayasası hükümleri uygulanacak. Yani tasarının "Nitelikli çoğunluk" ile kabul edilmesi gerekecek: Ya üye tam sayısının 3'te 2'sinin desteğiyle (376 oy) veya 5'te 3'ünün kabulüyle (330 oy). İkinci sonuçta referenduma götürülmesi gerekiyor ama yeni Anayasa zaten halkoyuna sunulacağı için sorun yok.
Bize göre referandumda da "Nitelikli çoğunluk" aranmalı. Anayasa halkın 3'te 2'sinin, haydi bilemediniz 5'te 3'ünün olumlu oy vermesi koşuluyla kabul edilmiş sayılmalı.
Çünkü, bir an için referandumda yüzde 50.5 "Kabul", yüzde 49.5 "Ret" oyu çıktığını varsayalım. Bu durumda yeni Anayasa'nın halkın geniş mutabakatıyla benimsendiğini nasıl iddia edebileceğiz?