Dışişleri Bakanı Gül'ün "Meydanların işaretini görmezlikten gelecek halim yok" diyerek cumhurbaşkanlığına yeniden adaylığını koymaya hazırlanması asla sürpriz değil.
Tam tersine doğal ve haklı bir tercihi yansıtıyor. Çünkü;
* Başbakan Erdoğan bu konuda son sözü Gül'e bıraktı.
* Gül cumhurbaşkanı seçimi sürecinde mağdur edildi, gururu incitildi.
* Sürece dışı müdahalelere duyulan tepki, AK Parti'nin oy patlamasında en önemli faktörlerden biri oldu.
Gül'ün iki cümlesi dikkatimizi çekti: "Türkiye açık toplum" ve "Milletimiz kurumsal demokrasiye sahip çıktı."
İlk saptama için çekincemiz var. Türkiye ne yazık ki henüz "Açık toplum" olarak tanımlanmayı haketmiyor. "Açık toplum" öncelikle toplumun devlet tarafından engellenmeden ve manipüle edilmeden doğal seyrinde gelişmesini öngörür. Çok geriye gitmeye gerek yok; devlete sızmış çeteler marifetiyle yürütülen provokasyon ve manipülasyon amaçlı eylemler, hatta cinayetler, Türkiye'nin bu idealden ne kadar uzak olduğunu göstermeye yeterli.
"Açık toplum" azınlıklara ve azınlık görüşlerine mutlak saygı da gerektirir. Türkiye'nin bu konudaki sabıka dosyasını hiç açmayalım.
"Açık toplum" demokratik sistem dışı müdahaleleri reddeder, sorunların anayasal meşruiyete sahip kurumlar tarafından çözümlenmesini savunur. Ve nihayet temsili demokrasi, "Açık toplum"un olmazsa olmazıdır. Gül'ün "Kurumsal demokrasi" derken kastettiği de o.
Temsili ya da kurumsal demokrasi güçler ayrılığına ve dengesine dayanır. Yasama organını eşitler arasında birinci görür. Arınç'ın geçen yıl 23 Nisan'da yaptığı konuşmada belirttiği gibi, "Ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin hazırlanmasında Meclis'in devre dışı bırakılması", güçler ayrılığı ve dengesi ilkesinin paspas edilmesi anlamına gelmiyor mu? Ayrıca o belgenin yine Arınç'ın ifade ettiği gibi, "Gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa" gibi sıfatlarla neredeyse meşrulaştırılması bile tek başına, demokratik yönetim dışında, halkın iradesine dayanmayan bir gücün varlığını işaret etmiyor mu?
Demokrasinin güçlendirilmesi
Çizdiğimiz bu tablo yeni dönemde iktidarıyla-muhalefetiyle Meclis'in iki öncelikli görevi olduğunu gösteriyor:
1- Cumhurbaşkanını özgür iradesiyle ve mümkün olan en geniş uzlaşmayla seçmek. Seç(e)miyorsa halka seçtirmek.
2- Devletin organları arasında halkı bezdiren, enerjiyi boşa harcatan neredeyse 50 yıllık kavgaya son verecek, ayrıca özgürlüklerin sınırlarını genişletecek tarihi reformları yapmak.
İkincisi yeni ve sivil bir anayasa ile "Demokrasinin konsolidasyonu"ndan, yani güçlendirilmesinden geçiyor. Koç Üniversitesi'nden Yardımcı Doç. Dr. Murat Somer'in bu konudaki övgüye değer yazısında kullandığı ifadeyle söylersek, "Demokrasinin kasabadaki tek oyun konumuna getirilerek alternatifsizleştirilmesi" nden geçiyor.
Gül dün "Kişi başına 5.500 dolar mili geliri olup da demokrasiyi bu biçimde çalıştırabilen başka ülke yok" dedi. Bu rakam 7 bin, 8 bin, iktidarın hedeflediği gibi 10 bin dolara çıktığında zaten "Demokratik konsolidasyon"un altyapısı zaten hazırlanmış olacak. Zira milli geliri bu düzeye ulaşan ülkelerde demokrasi "Kasabadaki tek oyun" oluyor. Asla afişten inmeyen tek oyun.
Meclis yeni bir Türkiye'nin inşası için tarihi uzlaşmanın kapısını açarsa, "Temsili" ya da "Kurumsal" demokrasinin de, "Açık toplum"un da, "Demokratik konsolidasyon"un da dönüşü olmayan yoluna gireriz.