Başbakan Erdoğan dün "AK Parti tek başına iktidar olmazsa siyaseti bırakacağını" açıklayarak demokrasi tarihimizde bir ilke imzasını attı.
Daha önce sadece rahmetli Özal 1987'de benzer çıkış yapmıştı: "Asla muhalefete düşmem. Düşecek olursam, siyaseti bırakırım."
Ancak Özal'ın çıkışı bir rest değil gerekçeydi: Seçim Kanunu'nda ANAP lehine yaptığı değişiklikler (Seçim çevrelerini parçalamak, kontenjan milletvekilliği getirmek gibi) kıyameti koparınca, o samimi ve cesur itirafta bulunmuştu. Nitekim hesapları tutmuş; ANAP, 29 Kasım 1987 seçimlerinde sistemdeki değişikliklerin yardımıyla 450 üyeli Meclis'te 292 milletvekilliği kazanmıştı. Bir nokta daha: Özal aslında "Asla muhalefete düşmem" derken, koalisyonla iktidarda kalma kapısını da aralık bırakmıştı.
Erdoğan'ın restinde öyle bir olasılık bile yok. O "Ya hep ya hiç" diyor.
Böylece siyasi geleceğini 22 Temmuz seçimlerinin sonucuna bağlayan ikinci lider oluyor. Daha önce de DP lideri Mehmet Ağar "Barajı aşamazsak istifa ederim, ar damarım var" demişti.
Erdoğan'ın Baykal ve Bahçeli'ye de "Tek başlarına iktidar olmamaları halinde" siyaseti bırakmaları çağrısına gelince; yanıt geleceğini sanmıyoruz. Zaten CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek "Siyaseti bahise indirgemek yanlış", MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır da "Akıllı insanın söyleyeceği söz değil" diyerek resti görmeyeceklerinin işaretini verdiler.
Siyaset ateşten gömlek
Görmeleri de -en azından sandıklar kapanıncaya kadar- mümkün değil. İki nedenden ötürü:
1-Hem Baykal, hem de Bahçeli geçmişte o sınavı yaşadılar : 18 Nisan 1999 seçimlerinde CHP baraja takılınca (Yüzde 8.71 oy alabildi), Baykal "Yenilgiden ben sorumluyum" diyerek genel başkanlıktan ayrılarak (Türkiye'de bir ilk!) ama siyaset dışında bir yıl kalabildi; 30 Eylül 2000 tarihindeki olağanüstü kurultayda yeniden partinin başına geçti. Bahçeli ise 3 Kasım 2002 seçimlerinde MHP yüzde 8.36 ile Meclis dışında kalınca benzer kararı aldı ancak "Teşkilatın baskıları sonucu" vazgeçti. (Not: 2002 siyasi depremi kurbanlarından sadece Tansu Çiller siyasete dönmedi, ısrarlı talepleri "Biz sıramızı savdık" diyerek geri çevirdi.)
2-Gerek Bahçeli gerekse Baykal için bu seçimde başarının ölçüsü Erdoğan'ın kriterinden farklı olacak : CHP oyunu 3 Kasım 2002'ye göre artırırsa, yani yüzde 19.39'un üstüne çıkarsa, sonuç başarı sayılabilecek. Baykal iktidar olamadığı için belkikendini "Rodos'a kadar yüzerek" cezalandıracak! Bahçeli için ise her ne kadar 18 Nisan 1999 seçimlerindeki skorunu hatırlatarak, "Yüzde 18'in altı bizim için başarısızlıktır" diyorsa daMHP'nin yeniden Meclis'e girmesi, başarı öyküsü olarak sunulabilecek.
(Geçenlerde Fransız basınında "Siyasetten çekilmek için kaç seçim yenilgisi gerekiyor" diye soruluyordu. Ve yanıt veriliyordu: "Mat oluncaya kadar." Fransızca'da "Echec" sözcüğü hem yenilgi, hem satranç anlamına geliyor.)
İster tehdit, meydan okuma veya küskünlere ve kararsızlara olta atmak olarak görün; Erdoğan'ın bu beklenmedik ve iddialı resti, hiç kuşkusuz bir bölüm seçmenin tercihlerini etkileyecek. Kamplaşmaya, kutuplaşmaya değilse de gruplaşmaya, safları sıklaştırmaya neden olacak: AK Parti'ye oy vermeye eli varmayan ama iktidardan gitmesini de istemeyenleri (İstanbullu işadamlarının ikilemi) ona, gitmesini isteyenleri ise en güçlü alternatifine yöneltebilecek. Olan, arada kalanlara olacak.
22 Temmuz gecesi bakalım -her anlamıyla- piyango kime vuracak...