Yazık. Finlandiya'nın AB dönem başkanlığı kötü bitiyor. Polonya vetosu yüzünden AB-Rusya zirvesi fiyaskoyla sonuçlandı. Rumlar'ın "Haddini aşan" talepleri yüzünden Kıbrıs kilidi açılamadı.
6 ayda Türkiye'yle hiçbir başlığın müzakere edilememesi de cabası. (1 Temmuz'da dönem başkanlığını devralırken en az 2 başlığın açılıp kapanmasını hedeflemişti.)
Ankara'dan "İmkansız"ın istenmesi nedeniyle, Finlandiya'nın girişiminin ya da geliştirdiği formülün sonuç vermeyeceği belliydi. O yüzden biz dahil hiç kimse için sürpriz olmadı. Ancak iki gelişme canımızı çıktı.
İlki Avrupa medyasının birçok etkin organının kasıtlı bir yaklaşım sergilemeleri oldu: "Türkiye limanlarını açmayı reddedince Finlandiya pes etti!" Göreceksiniz, Türkiye karşıtı Avrupalı siyasetçiler bu iddiaya can simidi sarılacaklar. Daha kötüsü, zaten önünü bile göremeyen AB kamuoyunu da etkileyecekler. Bu önyargılı ve kasıtlı çevrelere gel de sorunun AB'nin KKTC'ye verdiği sözleri 2 yıldır yerine getirmemesinden, üstelik bir de Rumlar'ın şımarıklığının ödüllendirilmeye kalkışılmasından kaynaklandığını anlat. Herhalde dilimizde tüy bitecek.
İkinci tatsızlık, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in tam da Finlandiya girişiminin sonucunun açıklandığı saatlerde, harika bir zamanlamayla, "İmtiyazlı ortaklık" kartını yeniden cebinden çıkarıvermesi oldu! Partisi Hıristiyan Demokrat Birlik'in büyük kongresinde yaptığı konuşmada, "Türkiye'ye tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık önerilmesi doğrudur ve doğru kalacaktır" dedi.
Aslında bu çıkışın ilk işaretini 5 gün önce Merkel'e yakın "Die Welt" gazetesi verdi. İmtiyazlı ortaklığın ambalaja sarıldığı "Kademeli üyelik" diye bir formül ortaya atarak. Formülün özü bir cümleyle şöyle: Türkiye, Ukrayna gibi ülkelerle, "Bir ayakları AB'nin içinde, diğeri dışında olacak şekilde" ilişki kurulması!
Tatsız bir 6 ay geliyor
Merkel'in dün imtiyazlı ortaklık seçeneğini bir kez daha ısıtmasını ciddiye alıyoruz. Çünkü Finlandiya 1 Ocak'ta dönem başkanlığını Almanya'ya devredecek. Yani 2007'nin en azından ilk yarısı yine bu kötüniyetli, kısır ve bezdirici tartışmalarla geçecek.
Dahası Merkel, Türkiye'nin KKTC'nin haklarını bir yana bırakarak Rumlar'a limanlarını açmasını istediği veya beklediği için, zaten şimdilik fiilen donmuş olan müzakere sürecinde yeni sorunlar ve sıkıntılar doğacak.
Ama iş, müzakerelerin kopmasına veya askıya alınmasına kadar gitmeyecek. Kesinlikle.
Zira -sanmıyoruz ama- Rum kesimi böyle talepte bulunmaya kalksa bile AB'de onu püskürtmeye yetecek sağduyulu çoğunluk var.
Hele Türkiye 14-15 Aralık'taki AB zirvesinden önce bu güvenilir cephenin elini güçlendirecek adımlar atarsa, 3'ten başlayıp 12'ye kadar çıkarılan "Dondurulacak" başlık sayısının en azda tutulmasını sağlayabilir. Neler olabilir o adımlar?
Başmüzakereci ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın önümüzdeki günlerde açıklanacağını söylediği Ulusal Program'da iddialı reform hedeflerinin yer alması. Ayrıca zirveye kadar Türk Ceza Kanunu'nun 301'nci maddesinin mutlaka değiştirilmiş olması.
AB'den önümüzdeki dönemde daha da artacak olumsuz çıkışları izleyelim ama sıkılmayalım. Çünkü Türkiye-AB bütünleşmesi geri dönüşü imkansız derinliğe ulaştı: 120 bin sayfalık AB müktesebatının tarama süreci çoktan bitti. Brüksel'deki AB Komisyonu'nda da 400 uzman sadece Türkiye'yle uğraşıyor. Gelişmelerden hiç mi hiç etkilenmeden.
Biz o uzmanlar gibi yapalım, işimize devam edelim, yeter.